Demokrasi ve liberalizmin ayrılabileceği görüşünü savunan yazarlar, demokrasiyi “eşitlik,” liberalizmi ise “özgürlük” idealiyle özdeşleştirmektedirler.1 Bu yazarlar liberal demokrasilerdeki temel insan hak ve özgürlüklerini ve bu özgürlükleri koruma, denge ve denetleme mekanizmaları olan kuvvetler ayrılığı, anayasa, hukuk devleti gibi özellikleri liberalizme ait liberal unsurlar olarak görmektedirler.
Kelime anlamıyla, halkın iradesi, en yaygın ve kabul gören tanımıyla, halkın halk tarafından yönetimi olan demokrasinin tanımı gereği, özgürlük olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Ülkelerin halkları, kendi vatandaşları olan gerçek kişilerden oluştuklarına göre, liberal demokrasilerde, bu kişilerin ayrı ayrı iradelerinden soyutlanmış, ayrı bir halk iradesinden bahsetmek gerçekçi olmayacaktır. Zaten, vatandaşların tamamının, ayrı ayrı iradelerinden soyutlanmış bir genel irade ya da halk iradesinin olamayacağı gerçeği, demokratik seçimlerde halkın temsilcilerinin seçilmesi, ya da referandumlarda siyasi kararların alınması uygulamalarıyla devamlı olarak kanıtlanmaktadır.
1Bilindiği gibi, özgür olmayan bir kişi ne yönetebilir, ne temsilcilerini seçebilir, ne de temsilcilerini denetleyebilir. Bütün bunları yapabilmesi için özgür olması gerekir. Günümüz liberal demokrasilerinde, ülke nüfuslarının çokluğu ve ülkelerin coğrafi büyüklükleri nedeniyle, kendisini doğrudan demokrasiyle yönetmesi mümkün olmadığı için uygulanmakta olan temsili demokrasilerde halkın kendi temsilcilerini seçebilmesi ve denetleyebilmesi, kısacası halkın kendisini dolaylı olarak temsilcileri vasıtasıyla yönetebilmesi için, her şeyden önce, halkın, ülke toplumunu oluşturan kişilerin özgür olmaları gerekmektedir.
Ülke ve halkın yönetimi, siyasi ve hukuki bir olay olduğuna göre, öncelikle siyasi ve hukuki özgürlüklerin varlığı, dolayısıyla temel insan hak ve özgürlüklerinin varlığı söz konusudur. Halk, bütün ülke vatandaşlarını kapsadığına göre, halkın kendi kendini yönetebilmesi yani demokrasinin gerçekleşebilmesi için, istisnasız bütün ülke vatandaşlarının temel insan hak ve özgürlüklerine sahip olmaları, bu hak ve özgürlüklerin, anayasa, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, hukuk devleti gibi ilke ve kurumlarla devlet tarafından korunması ve güvence altına alınmış olması gerekmektedir.
Bu siyasi ve hukuki özgürlüklerin istisnasız bütün vatandaşlara eşit olarak sağlanmış olması, bunun içinde siyasi ve hukuki eşitliğin mevcut olması gereklidir. Halkın halk tarafından yönetilebilmesi için özgürlük ve eşitlik birlikte gerekli olmakta, siyasi ve hukuki özgürlük ve eşitlikler olarak birbirlerinin varlık şartlarını oluşturmaktadırlar.
Halkın kendi kendini yönetebilmesi diğer bir deyişle demokrasinin gerçekleşebilmesi için, o halkı oluşturan ger-
2çek kişilerin, vatandaşların tamamının, birbirlerinin varlık şartları olan siyasi ve hukuki özgürlük ve eşitliğe birlikte sahip olmaları gerekmekte, demokrasi ve temel hak ve özgürlükler ayrılamayacak bir bütün oluşturmaktadır. Dolayısıyla demokrasi ve özgürlük anlamında liberalizmin birbirinden ayrılabilmesi mümkün olmamaktadır.
Demokrasiyi halkın halk tarafından yönetimi olarak değil, yalnızca eşitlik anlamında alsak dahi, eşitliğin var olabilme ve uygulanabilme şartı olarak, özgürlüğün varlığı zorunlu olacaktır. Halkı oluşturan gerçek kişiler özgür olmadıkları zaman, eşitliğin sağlanması ve uygulanması mümkün olmayacak, bu uygulamaların denetimi de halk tarafından yapılamayacaktır. Halk tarafından gerçekleştirilemeyen ve denetlenemeyen bir eşitlik sadece özgürlüğün değil, ancak eşitliğin de olmadığı anlamına gelecektir.2
Marksist doktrinin kabul ettiği gibi, halkın çıkarı için yönetim ilkesini gerçek demokrasi kıstası ya da, Bertrand Russell ve C. B. Macpherson’un savundukları gibi liberal demokrasiye alternatif bir demokrasi kıstası olarak görmek mümkün değildir.3
Halkın halk tarafından yönetilmediği, herhangi bir yönetimin, mutlak bir monark veya diktatörün halkı, belli bir süre, halk için yönetebilmesi mümkün olabileceği gibi, gerçek olmadığı halde böyle bir iddiada bulunulması da mümkündür. Bu durumda, halkın halk için yönetilmesi kıstasının, demokrasi için ayırıcı bir kıstas olamayacağını söylemek gerekecektir. Zaten bu nedenle, Marksist doktrinde, sınıf diktatörlüğü ve sınıf demokrasisi, aynı anlamda kullanılmıştır.4
3Kendi kendini yöneten bir halkın kendi çıkarını mutlak bir monark, ya da bir diktatörden çok daha fazla bilebileceği ve koruyabileceği açıktır. J. S. Mill’in ifadesiyle “Herkesin ve her bir kişinin hakları ve çıkarları ancak ilgili kişinin kendisi bunları savunabildiğinde korunmuş olur.5
Halkın, kendisini yönetebilmesi için, sahip olduğu siyasi hak ve özgürlükleri gereğince kullanabilmesi gerekir. Bunun içinde, halkın gerekli bilgi ve düşünce donanımına, bu bilgi ve düşünce donanımını sağlayacak sosyal ve ekonomik güvenlik ve bağımsızlığa sahip olması gerekmektedir. Sözkonusu eğitim, sosyal ve ekonomik güvenlik ve bağımsızlığı temin edecek, ekonomik, sosyal ve kültürel şartlar, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla sağlanmalıdır.
4