Popülizm olarak nitelendirilen siyaset yapma biçimi ve siyasî hareketler, son zamanlarda dünya genelinde demokrasiyle yönetilen ülkelerde yaygınlaşmakta ve bazı ülkelerde iktidar konumunda bulunmaktadırlar. Dünya genelinde birbirlerinden farklı ideolojilere sahip, popülist siyasi hareketler önemli ölçüde benzer iddia, talep ve tepkileri dile getirerek benzer bir siyaset yapma biçimi sergilemektedirler. (1) Bu nedenle, dünya genelinde popülist siyasi hareketler bulundukları ülke, coğrafi bölge ve kıtalara göre değişebilen özellikler ve özellik yoğunlukları göstermekle birlikte, pek çok ortak özelliklere sahip bulunmaktadırlar.
Değişik yazarlardan yapılan alıntılarla, bu ortak özelliklere ilişkin aşağıdaki örnekleri vermek mümkündür:
“Popülistler, toplumları biz ve onlar şeklinde, kimi zaman dost-düşman ayrımına dönüşebilecek ölçüde çatışmacı ve kutuplaştırıcı bir siyaset izlemektedirler.” (2)
“Popülistler, biz olarak nitelendirip, kendilerinden gördükleri halk kesiminin ahlaken saf ve gerçek halk olarak görmektedirler.” (3)
“Popülistler, biz olarak nitelendirdikleri halk kesimini türdeş olarak görmekte, çoğulculuğa karşı bir tutum sergilemektedirler.” (4)
“Popülistler, gerçek halkı sadece kendilerinin temsil ettiklerini iddia etmektedirler.”(5)
“Popülistler, politik düzen ve siyasi iktidarlara gerçek halkı temsil etmediği, adaletsiz, ahlaken çökmüş olduğunu iddia ederek karşı çıkarlar.” (6)
“Popülistler, siyasi rakiplerini yozlaşmış, ahlaken zayıf elitler ve seçkinler olarak tanımlarlar.” (7)
“Popülistler, ülke toplumlarına özgü kültürel nitelik ve geleneklere vurgu yaparak yerli ve gerçek halktan olduklarını vurgularlar.” (8)
“ Popülizme yönelik sorumsuzluk suçlamaları çoğu zaman taraflıdır.Popülistler çoğunlukla toplumun en dezavantajlı kesimlerinin yararına olan siyasi politikalar izlerler.” (9) [ Ancak bu politikalar, uzun vadede değil, kısa vadede dezavantajlı kesimlerin yararına olan siyasi politikalardır.]*
*Kendi yorumum.
“Popülistlerin hızla modernleşen toplumlarda, tutucu ve maddi yönden zayıf insanların isyanını dile getirdikleri fikri en azından 1970’lere kadar kabul görmüşken günümüzde pek çok gözlemci, popülizmin halkın en imtiyazsız kesimlerini veya dışlanmışlarını gözetmesi gerektiğini düşünmektedir.” (10)
“Popülist hareketler daha önceleri siyasete dahil olamamış kesimlerin siyasete daha yüksek oranda katılımını sağlarlar.” (11)
“Popülist iktidarlar kendilerini destekleyen halk kesimini iktidarın imkanlarından yararlandırarak kendilerine bağlı bir sivil toplum inşa ederler.” (12)
“Popülist iktidarlar, muhalefetteyken karşı çıktıkları, ayrımcılık ve haksızlıkların benzerlerine neden olur, pekiştirir veya farklı türlerini ortaya koyarlar.” (13)
“Popülist iktidarlar demokrasinin, kontrol ve denge mekanizmalarını , çoğunluğun iradesi önündeki engeller olarak değerlendirirler. Kontrol ve denge mekanizmaları olan temel haklar, anayasa, bağımsız yargı, hukuk devleti, güçler ayrılığı gibi kurumlar hakkında olumsuz bir yaklaşıma sahiptirler.” (14)
Demokratik toplumlarda ortaya çıkan ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal problemler, bu problemlerden olumsuz etkilenen halk kesimlerinde rahatsızlık ve tepkiler oluşturmakta, bu tepkiler, liderler ve lider kadroları tarafından popülist siyaset tarzında siyasi hareketlere dönüştürülmektedir.
Birbirleriyle karşılıklı etkileşim ve sebep sonuç ilişkisi içerisinde olan bu ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel problemleri tam olarak birbirlerinden ayırmak mümkün olmasa da, konuyu inceleme kolaylığı açısından bu problemleri dört ayrı başlık altında ele almak mümkündür.
Demokrasi uygulamalarından kaynaklanan problemlerin temel nedenini gerçek demokrasi kriteri olan, halkın kendisini yönetmesinin, diğer bir deyişle halkın halk tarafından yönetimi ilkesinin gerçekleşmemesi olarak ifade etmek mümkündür. Halkın halk tarafından yönetimi, hiç şüphesiz, halkın tamamının temel hak ve özgürlüklerini kullanabilmesi, halkın tamamının istek ve ihtiyaçlarının dikkate alınarak, bu doğrultuda, bu hak, istek ve ihtiyaçların, halkın seçtiği temsilcileri vasıtasıyla yönetilen devlet kurumlarınca yerine getirilmesi, bu işlemlerin ve bu işlemleri gerçekleştiren devlet kurumlarının halkın tamamı tarafından denetlenmesi anlamına gelmektedir.
Temsili demokrasi krizi olarak da adlandırılan halkın kendini yönetememesi durumu, popülizmin oluşmasına neden olan problemler arasında en önemli olanıdır. Zira, halkın kendini yönetebilmesinin gerçekleşmesi durumunda popülizmin nedenlerini oluşturan problemler olarak gösterdiğimiz, ekonomik, global ya da ülkelerin kendi sosyal ve kültürel yapılarından kaynaklanan problemlerin de ortadan kaldırılması ya da olumsuz etkilerinin önemli ölçüde giderilmesi mümkün olabilecektir.
Halkın kendini yönetmesi, halkın çoğunluğunun ya da sadece bir kısmının değil, istisnasız tamamının temel hak ve özgürlüklerden yararlanmasını, devletin sağladığı imkanlardan adalet ve liyakat ilkelerine uygun olarak faydalanmalarını gerektirmektedir. Bunun gerçekleşmemesi, toplumlarda sadece siyasi iktidarlara karşı değil, siyasi kurum ve sistemlere karşı da güvensizlik oluşmasına, toplumsal rahatsızlıklara ve tepkilere neden olmaktadır.
Global problemlere ve bu tür problemlerin nedenlerine ilişkin olarak aşağıdaki örnekler verilebilir:
-Dünya genelinde hemen hemen bütün ülkelerde etkilerini değişik oranlarda gösteren küreselleşme, iletişim devrimi, modernleşme ve postmodernleşme olgularının, ulusal kurumlar, kültürler ve gelenekler üzerindeki etkilerinden kaynaklanan problemler.
-Demokratik ülkelerdeki neoliberalizm uygulamalarının sonucunda refah devleti ve sosyal devlet anlayışından önemli ölçüde vazgeçilerek, iş güvencesi ve sosyal güvencelerin büyük oranda ortadan kalkması sonucu oluşan problemler.
-Dünya sanayi üretiminin başka ülkelere kaymasının yarattığı sorunlar.
-Uluslararası göç dalgalarının ortaya çıkardığı ekonomik, sosyal ve kültürel etkiler.
-Dünya ekonomik krizinin olumsuz etkileri.
-Dünya genelinde, Sovyetler Birliği ve Varşova paktının dağılması ve neoliberalizm gibi faktörlerin etkileri sonucu eski ideolojilerin etkilerini kaybetmesi.
-Devletler arası geçerli, gerçek ve adil bir hukuk düzeninin bulunmaması nedeniyle güce ve güçler dengesine dayalı kaotik devletler arası ortamın, güvensizlik durumu oluşturması ve devletler için güvenliği sağlama ve arttırma çabaları gerektirmesi. (Bu durum güvenlik harcamalarının artması, ülkelerin halklarının refahı ve ekonomik sıkıntılarının giderilmesi için kullanılabilecek ekonomik kaynakların, güvenlik için harcanması sonucunu doğurmaktadır.)
-Ağırlıklı olarak kaotik ve adaletsiz devletler arası ortamın etkisiyle artan terör olaylarının, ülkelerin güvenlik endişelerini arttırması.
-Devletler arası güvensizlik ortamı ve artan uluslararası terör olaylarının, güvenlik gerekçesiyle, dünya genelinde, temel insan hakları ve özgürlükleri ve demokrasi uygulamaları üzerinde olumsuz baskı oluşturması.
Bu tür problemlere, kapitalist ekonomik sistemin yapısından ve uygulamalarından kaynaklanan gelir adaletsizliği, hayat pahalılığı, işsizlik, ekonomik kriz gibi problemlerin yanı sıra ekonomik sistemin çıkar amaçlı davranışları ödüllendirmesi sonucu toplumda yol açtığı olumsuz sosyal, kültürel ve sosyo- psikolojik etkilerden kaynaklanan problemleri örnek olarak vermek mümkündür.
Demokratik ülkelerin kendi sosyal ve kültürel yapılarıyla ilgili etnik, dini ve kültürel eşitsizlik ve problemler ve bu tür eşitsizlik ve problemlerden kaynaklanan ayrımcılık ve ötekileştirme sonucu oluşan rahatsızlıklar, bu tür problemlere örnek olarak verilebilir.
Popülizmin demokrasiler üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri olduğunu söylemek mümkündür.(15)
-Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel açıdan rahatsızlıkları olan ve bu rahatsızlık ve tepkilerini dile getirme ve siyasi sürece yeterli ölçüde katkı verme imkanlarını bulamamış olan halk kesimlerine bu imkanların sağlanması.
-Popülist iktidarların kendilerinden gördükleri halk kesimlerine daha önce yapılmış haksızlık ve ötekileştirmeleri sona erdirmeleri. Daha önce devletin imkanlarından göreceli olarak uzak tutulmuş olan bu kesimlerin devletin imkanlarından faydalandırılarak bu tür ötekileştirilme ve haksızlıkların sona erdirilmesi. Böylece bu kesimlerin rahatsızlıklarının eskiye oranla önemli ölçüde giderilerek ,toplumsal barış ve demokrasiye katkıda bulunulması, popülizmin demokrasiye olumlu etkileri olarak ifade edilebilir.
Popülistlerin ülke halklarını biz ve onlar şeklinde ikiye ayıran kutuplaştırıcı ve çatışmacı bir siyaset izlemeleri, kendilerinden görmedikleri halk kesimlerini gerçek halk olarak görmemeleri, halkı sadece kendilerinin temsil ettiklerini düşünmeleri, kendilerine bağlı türdeş bir sivil toplum inşa etmeye çalışmaları, temel haklar ve bu temel haklar ve özgürlükleri güvence altına alan kontrol ve denge mekanizmaları hakkında olumsuz bir yaklaşıma sahip olmaları, demokrasi için önemli risk ve tehlike oluşturur. Popülistlerin bu tavır ve özellikleri, adalet, özgürlük ve eşitlik temel değerleri üzerine kurulu olan demokrasilerin bu temel değerlerine zarar verdiği gibi, demokrasinin olmazsa olmaz unsuru olan, temel insan hak ve özgürlüklerine ve bu hak ve özgürlükleri güvence altına alan, demokrasinin kontrol ve denge mekanizmaları olan anayasa, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti gibi kurumlara da zarar verir. (16)
2.Dünya savaşı öncesinde, ünlü Nazi hukukçu ve teorisyeni Carl Schmitt ve aynı görüşleri paylaşan diğer yazarlar tarafından savunulan popülist tavır, özellik ve yaklaşımlar, ülkeden ülkeye yayılan bir dalga halinde, özellikle bazı Avrupa ülkelerinde faşist siyasi hareketlere ve iktidarlara meşruluk zemini hazırlamış, bilindiği gibi bu gelişmeler, dünya tarihinin en büyük insanlık felaketleriyle sonuçlanmıştır.(17)
Demokrasi ve liberalizmin ayrılabileceği görüşünü savunan yazarlar, demokrasiyi “eşitlik,” liberalizmi ise “özgürlük” idealiyle özdeşleştirmektedirler. (18)
Bu yazarlar, liberal demokrasilerdeki temel insan hak ve özgürlüklerini ve bu özgürlükleri koruma ve denetleme mekanizmaları olan kuvvetler ayrılığı, anayasa, hukuk devleti gibi özellikleri liberalizme ait liberal unsurlar olarak görmektedirler.
Kelime anlamıyla, halkın iradesi, en yaygın ve kabul gören tanımıyla, halkın halk tarafından yönetimi olan demokrasinin tanımı gereği, özgürlük olmadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Ülkelerin halkları, kendi vatandaşları olan gerçek kişilerden oluştuklarına göre, liberal demokrasilerde, bu kişilerin ayrı ayrı iradelerinden soyutlanmış, ayrı bir halk iradesinden bahsetmek gerçekçi olmayacaktır. Zaten, vatandaşların tamamının, ayrı ayrı iradelerinden soyutlanmış bir genel irade ya da halk iradesinin olamayacağı gerçeği, demokratik seçimlerde halkın temsilcilerinin seçilmesi, ya da referandumlarda siyasi kararların alınması uygulamalarıyla devamlı olarak kanıtlanmaktadır.
Bilindiği gibi, özgür olmayan bir kişi ne yönetebilir, ne temsilcilerini seçebilir, ne de temsilcilerini denetleyebilir. Bütün bunları yapabilmesi için özgür olması gerekir.
Günümüz liberal demokrasilerinde, ülke nüfuslarının çokluğu ve ülkelerin coğrafi büyüklükleri nedeniyle, kendisini doğrudan demokrasiyle yönetmesi mümkün olmadığı için uygulanmakta olan temsili demokrasilerde halkın kendi temsilcilerini seçebilmesi ve denetleyebilmesi, kısacası halkın kendisini dolaylı olarak temsilcileri vasıtasıyla yönetebilmesi için, her şeyden önce, halkın, yani ülke toplumunu oluşturan kişilerin özgür olmaları gerekmektedir.
Ülke ve halkın yönetimi, siyasi ve hukuki bir olay olduğuna göre, öncelikle siyasi ve hukuki özgürlüğün varlığı, yani temel insan hak ve özgürlüklerinin varlığı söz konusudur.
Halk, bütün ülke vatandaşlarını kapsadığına göre, halkın kendi kendini yönetebilmesi, demokrasinin gerçekleşebilmesi için, istisnasız bütün ülke vatandaşlarının temel insan hak ve özgürlüklerine sahip olmaları, bu hak ve özgürlüklerin, anayasa, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, hukuk devleti gibi kurumlarla devlet tarafından korunması ve güvence altına alınmış olması gerekmektedir.
Bu siyasi ve hukuki özgürlüklerin istisnasız bütün vatandaşlara eşit olarak sağlanmış olması, bunun içinde siyasi ve hukuki eşitliğin mevcut olması gereklidir. Bu durumda, halkın halk tarafından yönetilebilmesi için özgürlük ve eşitlik birlikte gerekli olmakta, siyasi ve hukuki özgürlük ve eşitlikler olarak birbirlerinin varlık şartlarını oluşturmaktadırlar.
Dolayısıyla halkın kendi kendini yönetebilmesi ve demokrasinin gerçekleşebilmesi için özgürlüğün şart olduğunu, demokrasi ve özgürlüğün, diğer bir deyişle, liberal unsurlar olarak adlandırılan temel insan hak ve özgürlükleriyle, hukuki ve syasi eşitliğin, hukuki ve siyasi özgürlük ve eşitliklerin koruma ve denetleme mekanizmaları olan kuvvetler ayrılığı, anayasa, hukuk devleti gibi kurumlarla birlikte, birbirlerinden ayrılamayacak bir bütün oluşturduğunu söylememiz gerekmektedir.
Diğer bir deyişle demokrasinin gerçekleşebilmesi için, o halkı oluşturan gerçek kişilerin, vatandaşların tamamının, birbirlerinin varlık şartları olan siyasi ve hukuki özgürlük ve eşitliğe birlikte sahip olmaları gerekmekte, demokrasi ve temel hak ve özgürlükler ayrılamayacak bir bütün oluşturmaktadır. Dolayısıyla demokrasi ve özgürlük anlamında liberalizmin birbirinden ayrılabilmesi mümkün olmamaktadır.
Demokrasiyi halkın halk tarafından yönetimi olarak değil, yalnızca eşitlik anlamında alsak dahi, eşitliğin var olabilme ve uygulanabilme şartı olarak, özgürlüğün varlığı zorunlu olacaktır. Halkı oluşturan gerçek kişiler özgür olmadıkları zaman, eşitliğin sağlanması, uygulanması ve uygulamanın denetimi de halk tarafından yapılamayacaktır. Halk tarafından gerçekleştirilemeyen ve denetlenemeyen bir eşitlik sadece özgürlüğün değil, ancak eşitliğin de olmadığı anlamına gelecektir.(19)
Marksist doktrinin kabul ettiği gibi, halkın çıkarı için yönetim ilkesini gerçek demokrasi kıstası ya da, Bertrand Russell ve C. B. Macpherson’un savundukları gibi liberal demokrasiye alternatif bir demokrasi kıstası olarak görmek mümkün değildir. (20)
Halkın halk tarafından yönetilmediği, herhangi bir yönetimin, mutlak bir monark veya diktatörün halkı, belli bir süre, halk için yönetebilmesi mümkün olabileceği gibi, gerçek olmadığı halde böyle bir iddiada bulunulması da mümkündür. Bu durumda, halkın halk için yönetilmesi kıstasının, demokrasi için ayırıcı bir kıstas olamayacağını söylemek gerekecektir. Zaten bu nedenle, Marksist doktrinde, sınıf diktatörlüğü ve sınıf demokrasisi, aynı anlamda kullanılmıştır.(21)
Kendi kendini yöneten bir halkın kendi çıkarını mutlak bir monark, ya da bir diktatörden çok daha fazla bilebileceği ve koruyabileceği açıktır. J. S. Mill’in ifadesiyle “Herkesin ve herbir kişinin hakları ve çıkarları ancak ilgili kişinin kendisi bunları savunabildiğinde korunmuş olur.“ (22)
Halkın kendisini yönetebilmesi için, sahip olduğu siyasi hak ve özgürlükleri gereğince kullanabilmesi gerekir. Bunun içinde, halkın gerekli bilgi ve düşünce donanımına, bu bilgi ve düşünce donanımını sağlayacak sosyal ve ekonomik güvenlik ve bağımsızlığa sahip olması gerekmektedir. Söz konusu eğitim, sosyal ve ekonomik güvenlik ve bağımsızlığı temin edecek, ekonomik, sosyal ve kültürel şartlar, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla sağlanmalıdır.
Carl Schmitt, “Siyasal Kavramı, “adlı kitabında, siyasal kavramının temelinde her türlü siyasal eylem ve saiki açıklayabilecek dost-düşman ayrımının olduğunu savunmuştur. (23) Tarihsel süreçte, halkın halk tarafından yönetildiği klasik ve liberal demokrasi anlamındaki demokrasiler dışındaki toplumlarda iktidar ilişkilerini ve siyasal eylemlerin temelini, Schmitt’in ifade ettiği gibi dost – düşman ayrımı ya da daha yumuşak bir ifadeyle her zaman dost – düşman ayrımına dönüşebilecek olan, biz – onlar ayrımı oluşturmuştur.
Dost – düşman ayrımı ilk insanların doğa ve diğer insan gruplarına karşı verdikleri ölüm kalım mücadelesinde hayatta kalmak için mutlak bir zorunluluk olmuş olmalıdır. Daha sonraki aşamalarda ise zorunluluğa ek olarak toplumlarda farklılıkları ortadan kaldırıcı, türdeşleştirici, kimliğin düşman ve içinde yaşanılan topluluk üzerinden belirlenmesini sağlayan, dolayısıyla yönetimi kolaylaştıran bir yönetim stratejisine dönüşmüştür.
Halkın halk tarafından yönetimi için gerekli olan temel insan hak ve özgürlüklerinin sağlandığı ve devlet tarafından güvence altına alındığı demokratik ülkelerde ise siyasal kavramı dost-düşman ya da biz-onlar ayrımı yerine, “biz, “kavramı temeline dayanmaktadır.
Halkın halk tarafından halkı oluşturan gerçek kişilerin tamamı tarafından yönetildiği demokrasilerde halkın dost ve düşmanlardan, ya da biz ve onlardan değil, eşit siyasi hak ve özgürlüklere sahip, birbirlerinin hak ve özgürlüklerine ve farklılıklarına saygı duyan, onlar’ı olmayan bir “biz, “den oluşması gerekmektedir.
Demokratik toplumlar, temelde gücün ve şiddetin belirlediği, zamanla alışkanlık, gelenek, inanç ve zorunluluk gibi faktörlerin katılımıyla yerleşmiş iktidar ilişkilerini, güç ve şiddet yerine, uzlaşma ve rızaya dayandırarak, iktidarı toplumu oluşturan gerçek kişilerin tamamına yani vatandaş, ya da yurttaşlara, kısacası halka teslim etmişlerdir.
Bütün yurttaşlara eşit iktidar hakları, birer toplum sözleşmesi mahiyetindeki demokratik anayasalarda temel prensipler ve kurallar şeklinde ifade edilerek güvence altına alınmıştır. Halkın halk tarafından yönetildiği demokrasilerde, halkı oluşturan, istisnasız bütün gerçek kişiler, siyasi eşitlikte uzlaşmış, eşit siyasi hak ve özgürlüklere sahip iktidar sahipleri olarak, birbirlerinin haklarına ve farklılıklarına saygılı, “onlar’ı “olmayan, hiç kimsenin dışlanıp, ötekileştirilmediği bir, “biz’i“oluştururlar.
Demokrasilerde halkın ayrım gözetilmeden, tamamının özgürlüklerinin güvence altına alınmış olması, özgür seçimlerde ve referandumlarda halk oyuna başvurulması, iktidarın halkta, yani vatandaşların tamamında olduğunun kanıtıdır. Böylece, demokratik toplumlarda, toplumu oluşturan vatandaşların tamamı, toplum ve devlet gibi kurumları oluşturan gerçek kişiler ve halk iktidarının eşit sahipleri olarak, bu kurumların ve demokratik olmayan iktidarların araçları olmak yerine, eşit saygıyı hak eden birer amaç haline gelmektedirler.
Elbette bu durum, demokrasiyi bir ideal olarak yorumladığımızda, demokrasinin önemini kabul eden kişiler için geçerli olacaktır. Her zaman, demokrasinin önemine inanmayan, bazı insanları araç olarak gören, insanları eşit görmeyen, ya da bazı kesimleri düşman ya da onlar olarak gören, kişiler ve gruplar olacaktır.
Ancak, demokrasinin önemine inanan kişiler, kendilerini demokrasinin ve halkın bir kesiminin düşmanları olarak görebilecek kişileri de, ötekileştirmemek, eşit hak ve özgürlüklere sahip vatandaşlar olarak, onların temel hak ve özgürlüklerine saygı duymak, onları eşit iktidar sahipleri olarak ve birer amaç olarak görmeye devam etmek durumundadırlar.
Siyasi hak ve özgürlüklerin kullanılabilmesi için vatandaşların gereken bilgi ve imkana sahip olmaları, devlet tarafından ekonomik ve sosyal haklar yoluyla sağlanmalıdır.
Dost- düşman ayrımının günümüzde devletler arası ortamda da önemli ölçüde geçerli olduğu görülmektedir. Carl Schmitt’in, “Siyasal Kavramı “adlı kitabında ifade ettiği gibi, “Savaş, düşmanlıktan doğar.” (24)
Artık, dünya insanları olarak, eski dönemlerde yaşayan insanlar gibi, hayatta kalabilmek için, içinde yaşadığımız gruplar ve toplumlar dışındaki grup ve toplumları düşman olarak görmek ve kabul etmek zorunda değiliz. Tam tersine, teknoloji, silahlanma ve dünya sorunlarının bu gün geldiği noktada yaşayabilmek için uzlaşmak, birbirimize saygı duymak, yalnızca kendi ülke vatandaşlarımızı değil, bütün dünya insanlarını, araç değil, amaç olarak görmek zorundayız. Dolayısıyla, dünya insanları olarak uzlaşmamız, birbirimizi amaç olarak görmemiz, uzun vadeli çıkarlarımız ve geleceğimiz açısından bir zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır.
Siyasal kavramını dost – düşman, ya da biz – onlar yerine, sadece “biz “kavramı üzerine kurmak, Chanta lMouffe’nin dikkatçektiği demokrasinin her zaman karşı karşıya olduğu ve olacağı tehlikeleri görmemek, demokrasiyi ve demokrasinin dayandığı, adalet özgürlük, eşitlik gibi temel değerleri savunmamak anlamına gelmemektedir. Aksine, demokrasi, ve demokrasinin ilke ve değerleri, taraftarlarınca tutkulu bir şekilde savunulmak zorundadır. Mouffe’nin siyasi hareketlerde gerekli olduğunu iddia ettiği duygu ve tutku boyutu, demokrasi kavram ve ideali etrafında inşa edilebilir.(25)
Toplumları oluşturan bütün insanların temel insan hak ve özgürlüklerine saygı göstermek, toplumu oluşturan bütün insanları biz olarak görmek, demokrasi savunucularının, demokratik değerlere, temel insan hak ve özgürlüklerine ve kendilerine yönelik fiziksel ya da psikolojik şiddet içeren saldırılara karşı kendilerini savunmayacakları anlamına gelmemektedir. Elbette, demokrasi taraftarları, demokrasiye, demokrasinin değerlerine, temel insan hak ve özgürlüklerine ve kendilerine yönelik fiziksel ya da psikolojik şiddet içeren saldırılara karşı kendilerini savunmak zorundadırlar. Ancak, bu savunma, savunma sınırları içinde kalmalı, fiziksel ya da psikolojik şiddet içeren bir saldırıya dönüşmemeli, savunma ile saldırı arasındaki sınır korunmalıdır. Zaten, hukuk çerçevesindeki bu kişisel veya kolektif savunmaların dışında demokrasi ve demokratik devlet, kendini hukuk ve demokrasi çerçevesinde koruyacak tedbir ve yaptırımları uygulayacaktır.
Ağırlıklı olarak, iktidar ilişkilerinin uzlaşma ve rıza yerine, şiddet ve güç üzerine kurulu olduğu, demokrasi öncesi dönemlerin siyaset yapma tarzı olan popülist siyasetin, temsili demokrasilerde gittikçe belirginleşen bir biçimde ortaya çıkışının temel nedeni, temsili demokrasinin yeterince uygulanmamasıdır.
Temsili demokrasinin tam olarak uygulanması, toplumun istisnasız tamamının, hiçbir ayırım yapmadan, eşit siyasi ve hukuki özgürlüklere, temel insan hak ve özgürlüklerine sahip olması, devletin imkan ve hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmasıyla mümkündür. Bunun gerçekleşebilmesi içinde demokrasinin temel değerleri olan adalet, özgürlük, eşitlik ve insana saygı ilkelerine sahip çıkılması, bu değerlerin yaşanılır hale gelmesini sağlayacak, temel insan hak ve özgürlüklerinin ve demokrasilerin koruma, denge ve kontrol mekanizmaları olan anayasa, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı ve hukuk devleti gibi kurumlarla etkin bir şekilde güvence altına alınmaları gerekmektedir.
Güçler ayrılığından kastedilen, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin yanı sıra, devlet ve ülke yönetimlerinde gittikçe önemi ve etkisi artan dördüncü bir güç olarak ortaya çıkan medya’nın artan ve artacak önemine uygun bir biçimde demokratik kurallar çerçevesinde, demokrasilere daha fazla yararlı olacak bir şekilde yapılandırılması gerekmektedir.
Devletler arası gerçek, geçerli ve adil bir hukuk düzeninin kurulması, böyle bir düzenin olmamasından kaynaklanan güvenlik endişesi nedeniyle oluşan, dünya genelinde temel insan hakları ve özgürlükleri ve demokrasi uygulamaları üzerindeki olumsuz baskıyı ortadan kaldıracak, uluslararası terör olaylarının azalması ve ülke ekonomilerinin ve ülke halklarının refahlarının artması gibi sonuç ve etkileri yoluyla popülizmi hazırlayan toplumsal olumsuzluk ve rahatsızlıkların giderilmesine katkı sağlayacaktır.
Demokrasinin var olabilmesi ve yaşayabilmesi için ülke toplumlarını oluşturan kişilerin en azından önemli bir kısmının, siyasi açıdan kendi kendini yönetebilen, özgür bireyler olmaları gerekmektedir. (26) Oysaki kapitalistleşme sürecinde ekonomik çıkar ve menfaat dışında her türlü düşünce ve değerlerden uzaklaşma, dolayısıyla siyasal açıdan bir birey olmaktan uzaklaşma ya da birey olamama durumu söz konusudur.
Demokratik devletler, kendi vatandaşlarını siyasal açıdan bireyler haline getirmeyi amaçlayan ve önemli ölçüde bu amacın gerçekleşmesini sağlayan, onları ekonomik çıkarları dışında da özellikle sosyal ve siyasal konularda düşünebilen, alternatifler arasında karşılaştırmalar yapabilen, özgür kararlar alabilen, siyasal açıdan kendi kendilerini yönetebilecek, özgür bireyler haline getirebilecek eğitimi, demokrasi eğitimi kapsamında sağlamalıdır.
Kapitalist ekonomik sistem ve uygulamaları, demokratik kurallar çerçevesinde, demokrasiye daha fazla faydalı olacak, halkın ortak çıkar ve ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde yapılandırılmalıdır.
Kapitalist ekonomik sistemin en önemli değeri şahsi menfaat, en temel amacı şahsi menfaatin maximize edilmesi, mümkün olduğunca arttırılmasıdır. Demokrasinin en önemli değerleri olan adalet, insan temel hak ve özgürlüklerine saygı, özgürlük ve eşitlik gibi değerlerin gerçekleşmesi ve uygulanabilmesi ise şahsi menfaatlerin sınırlandırılmasını gerektirmektedir.
Bu durumda kapitalist ekonomik sistemin temel değeriyle, demokrasinin temel değerleri arasında bir çatışma söz konusudur. Bu çatışmanın demokrasi ve değerlerinin lehine olacak şekilde çözümlenerek, kapitalist ekonomik sistemin bu hedef doğrultusunda yeniden yapılandırılması, sadece demokrasinin ve değerlerinin yaşamasına katkı sağlamış olmayacaktır. Böyle bir çözümleme, şahsi çıkar ve menfaatlerin de uzun vadeli güvence altına alınmasını sağlayacak, uzun vadede şahsi menfaatlerin de yararına olacaktır.
Demokrasinin, adalet ve insan temel hak ve özgürlüklerinin olmadığı bir ortamda, ülke vatandaşları bütün maddi birikimlerini bir anda kaybedebilecekleri gibi, kendileri ve yakınlarıyla ilgili olarak fiziksel ve manevi kayıplar da yaşayabileceklerdir. Yakın tarihte, özellikle 2.Dünya savaşı öncesi ve 2.Dünya savaşı süresince yaşanan gelişmeler, insanların bu tür durumlarda nelerle karşılaşabileceklerinin yaşanmış örneklerini sergilemektedir.
Temel hak ve özgürlüklerin kullanılabilmesi için, bu hakları kullanacak ülke insanlarının tamamının asgari geçim şartlarına, iş güvencesi ve sosyal güvencelere sahip olmaları, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri gerekir. Demokrasinin toplumlarca öneminin anlaşılabilmesi için toplumu oluşturan kişilerin ayrıca yeterli demokrasi kültür ve eğitimine sahip olmaları gerekmektedir.(28) Söz konusu güvence, hizmet ve eğitimler, ülke devletleri tarafından ekonomik ve sosyal haklar yoluyla sağlanmalıdır.
Popülizmin demokrasiye yönelik, yakın tarihte örnekleri yaşanmış olan büyük tehlikesinin önlenebilmesi için, mevcut popülist hareketlerin daha da popülistleşmesi veya karşıt popülist hareketler değil, öncelikle halkın halk tarafından, halk için yönetildiği gerçek demokrasinin, ülkelerin gerek iktidar, gerekse muhalefet kesimleri tarafından hedeflenmesi gerekmektedir.
Demokrasinin azlığı nedeniyle ortaya çıkan popülizmin, demokrasiyi ortadan kaldırmasının önlenmesi ancak daha çok demokrasiyle mümkün olabilir. Daha çok demokrasiyse, demokrasinin temel değerleri olan adalet, temel insan hak ve özgürlüklerine saygı, özgürlük ve eşitliğin yanı sıra, demokrasinin temel kurumları olan anayasa, güçler ayrılığı, hukuk devleti, bağımsız yargı gibi temel kurumların yaşatılmasıyla sağlanabilir.