Carl Schmitt, “Siyasal Kavramı,” adlı kitabında, siyasal kavramının temelinde her türlü siyasal eylem ve saiki açıklayabilecek dost-düşman ayrımının olduğunu savunmuştur.1 Tarihsel süreçte, halkın halk tarafından yönetildiği klasik ve liberal demokrasi anlamındaki demokrasiler dışındaki toplumlarda iktidar ilişkilerini ve siyasal eylemlerin temelini Schmitt’in ifade ettiği gibi dost – düşman ayrımı ya da daha yumuşak bir ifadeyle her zaman dost – düşman ayrımına dönüşebilecek olan, biz – onlar ayrımı oluşturmuştur.
Dost – düşman ayrımı ilk insanların doğa ve diğer insan gruplarına karşı verdikleri ölüm kalım mücadelesinde hayatta kalmak için mutlak bir zorunluluk olmuş olmalıdır. Daha sonraki aşamalarda ise zorunluluğa ek olarak toplumlarda farklılıkları ortadan kaldırıcı, türdeşleştirici, kimliğin düşman ve içinde yaşanılan topluluk üzerinden belirlenmesini sağlayan, dolayısıyla yönetimi kolaylaştıran bir yönetim stratejisine dönüşmüştür.
Halkın halk tarafından yönetimi için gerekli olan temel insan hak ve özgürlüklerinin sağlandığı ve devlet tarafından güvence altına alındığı demokratik ülkelerde ise siyasal kavramı dost-düşman ya da biz-onlar ayrımı yerine, “biz,” kavramı temeline dayanmaktadır.
1Halkın halk tarafından halkı oluşturan gerçek kişilerin tamamı tarafından yönetildiği demokrasilerde halkın dost ve düşmanlardan, ya da biz ve onlardan değil, eşit siyasi hak ve özgürlüklere sahip, birbirlerinin hak ve özgürlüklerine ve farklılıklarına saygı duyan, onlar’ı olmayan bir “biz,” den oluşması gerekmektedir.
Demokratik toplumlar, temelde gücün ve şiddetin belirlediği, zamanla alışkanlık, gelenek, inanç ve zorunluluk gibi faktörlerin katılımıyla yerleşmiş iktidar ilişkilerini, güç ve şiddet yerine, uzlaşma ve rızaya dayandırarak, iktidarı toplumu oluşturan gerçek kişilerin tamamına yani vatandaş, ya da yurttaşlara, kısacası halka teslim etmişlerdir.
Bütün yurttaşların eşit iktidar hakları, birer toplum sözleşmesi mahiyetindeki demokratik anayasalarda temel prensipler ve kurallar şeklinde ifade edilerek güvence altına alınmıştır. Halkın halk tarafından yönetildiği demokrasilerde, halkı oluşturan, istisnasız bütün gerçek kişiler, siyasi eşitlikte uzlaşmış, eşit siyasi hak ve özgürlüklere sahip iktidar sahipleri olarak, birbirlerinin haklarına ve farklılıklarına saygılı, “onlar’ı” olmayan, hiç kimsenin dışlanıp, ötekileştirilmediği bir, “biz’i” oluştururlar.
Demokrasilerde halkın ayrım gözetilmeden, tamamının özgürlüklerinin güvence altına alınmış olması, özgür seçimlerde ve referandumlarda halk oyuna başvurulması, iktidarın halkta, yani vatandaşların tamamında olduğunun kanıtıdır. Böylece, demokratik toplumlarda, toplumu oluşturan vatandaşların tamamı, toplum ve devlet gibi kurumları oluşturan gerçek kişiler ve halk iktidarının eşit sahipleri olarak, bu ku-
2rumların ve demokratik olmayan iktidarların araçları olmak yerine, eşit saygıyı hak eden birer amaç haline gelmektedirler.
Elbette bu durum, demokrasiyi bir ideal olarak yorumladığımızda, demokrasinin önemini kabul eden kişiler için geçerli olacaktır. Her zaman, demokrasinin önemine inanmayan, bazı insanları araç olarak gören, insanları eşit görmeyen, ya da bazı kesimleri düşman ya da onlar olarak gören, kişiler ve gruplar olacaktır.
Ancak, demokrasinin önemine inanan kişiler, kendilerini demokrasinin ve halkın bir kesiminin düşmanları olarak görebilecek kişileri de, ötekileştirmemek, eşit hak ve özgürlüklere sahip vatandaşlar olarak, onların temel hak ve özgürlüklerine saygı duymak, onları eşit iktidar sahipleri ve birer amaç olarak görmeye devam etmek durumundadırlar.
Siyasi hak ve özgürlüklerin kullanılabilmesi için vatandaşların gereken bilgi ve imkana sahip olmaları, devlet tarafından ekonomik ve sosyal haklar yoluyla sağlanmalıdır.
Dostdüşman ayrımının günümüzde devletler arası ortamda da önemli ölçüde geçerli olduğu görülmektedir. Carl Schmitt’in, “Siyasal Kavramı” adlı kitabında ifade ettiği gibi, “Savaş, düşmanlıktan doğar.”2 Artık, dünya insanları olarak, eski dönemlerde yaşayan insanlar gibi, hayatta kalabilmek için, içinde yaşadığımız gruplar ve toplumlar dışındaki grup ve toplumları düşman olarak görmek ve kabul etmek zorunda değiliz. Tam tersine, teknoloji, silahlanma ve dünya sorunlarının bu gün geldiği noktada yaşayabilmek için uzlaşmak, birbirimize saygı duymak, yalnızca kendi ülke vatandaşlarımızı değil, bütün dünya insanlarını, araç değil, amaç olarak
3görmek zorundayız. Dolayısıyla, dünya insanları olarak uzlaşmamız, birbirimizi amaç olarak görmemiz, uzun vadeli çıkarlarımız ve geleceğimiz açısından bir zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır.
Siyasal kavramını dost – düşman, ya da biz – onlar yerine, sadece “biz” kavramı üzerine kurmak, Chantal Mouffe’nin dikkat çektiği demokrasinin her zaman karşı karşıya olduğu ve olacağı tehlikeleri görmemek, demokrasiyi ve demokrasinin dayandığı, adalet özgürlük, eşitlik gibi temel değerleri savunmamak anlamına gelmemektedir. Aksine, demokrasi ve değerleri, taraftarlarınca tutkulu bir şekilde savunulmak zorundadır. Mouffe’nin3 siyasi hareketlerde gerekli olduğunu iddia ettiği duygu ve tutku boyutu, demokrasi kavram ve ideali etrafında inşa edilebilir.
Toplumları oluşturan bütün insanların temel insan hak ve özgürlüklerine saygı göstermek, toplumu oluşturan bütün insanları biz olarak görmek, demokrasi savunucularının, demokratik değerlere, temel insan hak ve özgürlüklerine ve kendilerine yönelik fiziksel ya da psikolojik şiddet içeren saldırılara karşı kendilerini savunmayacakları anlamına gelmemektedir. Elbette, demokrasi taraftarları, demokrasiye, demokrasinin değerlerine, temel insan hak ve özgürlüklerine ve kendilerine yönelik fiziksel ya da psikolojik şiddet içeren saldırılara karşı kendilerini savunmak zorundadırlar. Ancak, bu savunma, savunma sınırları içinde kalmalı, fiziksel ya da psikolojik şiddet içeren bir saldırıya dönüşmemeli, savunma ile saldırı arasındaki sınır korunmalıdır. Zaten, hukuk çerçevesindeki bu kişisel veya kolektif savunmaların dışında demokrasi ve demokratik devlet, kendini hukuk ve demokrasi çerçevesinde koruyacak tedbir ve yaptırımları uygulamak durumundadır.
4