Anayasalarla ilgili tartışmalarda, öncelikle, herhangi bir ülke toplumunda demokrasinin ve demokratik devletin istenip istenmediği saptanmalıdır. Eğer demokrasi ve demokratik devlet isteniyorsa, ikinci aşamada belirlenmesi gereken, istenen demokrasinin tanımının niteliği olmalıdır. Eğer bu demokrasi tanımı dünya genelinde kabul görmüş, “halkın, halk için, halk tarafından yönetimi” tanımı ise, sözü edilen demokrasi, liberal, ya da anayasal demokrasi olarak adlandırılan demokrasidir.
Daha önceki yazılarımda, liberal sözcüğünün çağrıştırdığı yanlış anlamaları önleyebilmek için, bu tür demokrasinin anlam ve özelliklerine daha uygun olacağını düşündüğüm, “özgürlükçü” terimini kullanmayı önermiştim. Zira, liberal sözcüğü, özgürlükçü anlamına da sahip olmakla birlikte, pek çok dilde, ekonomik liberalizm savunucusu anlamına gelmekte, A.B.D. de, sol siyasi görüş savunuculuğu anlamında kullanılmaktadır.
Ülke toplumlarının, kendi kendilerini yönetebilmeleri için, özgürlükçü demokrasinin tanımı ve adı gereği özgür olmaları gerekir. Bu toplumların özgürlüklerinin somut olarak
1gerçekleşebilmesi için, istisnasız bütün toplum üyelerinin, yani vatandaşların insan temel hak ve özgürlüklerine sahip olmaları ve bunları kullanabilmeleri gerekir. Bu hakların ve özgürlüklerin kullanılabilmeleri için de, bu temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmış olması gerekir. Bunun gerçekleşmesi için de, söz konusu temel hak ve özgürlüklerin neler olduğu ve ne şekilde güvence altına alınacakları, demokratik anayasalarda belirtilir.
Anayasalar, devletin temel kuruluşunu, örgütlenişini ve işleyişini düzenleyen kuralları ifade eder. Diğer bir deyişle, anayasalar devletin temelidir. Özgürlükçü demokrasilerde, toplumun yaptırıma bağlanmış kuralları olan yasalar, kendi kendini yöneten halkın seçtiği temsilcileri tarafından, halk adına, halkı temsilen yapılır. Çıkartılan yasaların, devletin temeli ve bir anlamda temel yasa olan anayasaya uygun olması gerekir. Bu yasaların anayasaya uygun olup olmadığının denetimi ise, bağımsız ve tarafsız olmaları gereken anayasa mahkemelerince yapılır. Dolayısıyla, demokrasinin gerçekleşebilmesi için gerekli olan, toplumu oluşturan vatandaşların tümünün temel hak ve özgürlüklerini kullanabilmeleri, diğer bir deyişle halk olarak kendi kendilerini yönetebilmeleri için özgür olmaları ve özgür kalabilmeleri güvence altına alınmış olur.
Diğer yandan, demokratik toplumlarda ve devletlerde, demokrasinin koşulu olarak, hukuk devletinin varlığı söz konusudur. Hukuk devleti, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlayan, vatandaşların hukukunu güvence altına alan devlet demektir.1 Hukuk devletinin koşulları ise: 1-Temel hak ve
2özgürlüklerin güvence altına alınması 2-Yasalarda anayasaya uygunluğun sağlanması 3-Yönetimde hukuka bağlılığın sağlanması 4-Yargı kuruluşlarının bağımsızlığını ve güvenilirliğini sağlayacak koşulların gerçekleştirilmesidir. Dolayısıyla, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmış olması gereğinin, hukuk devletinin de temel koşullarından biri olduğunu ifade etmek gerekir.
Özgürlükçü demokrasilerde anayasalar sadece devletin temeli, temel yapısı ve temel yasası olma vasfına sahip değildirler, onlar aynı zamanda devletin, devlet kurumlarının, hükümetlerin, iktidarların, muhalefetlerin meşruluk kaynağıdırlar. Özgürlükçü demokrasiye sahip toplumlarda ve hukuk devletinde, hukuk sistemi hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Yönetmelik ve tüzükler, hukuki geçerliklerini, yani meşruluklarını, yasalardan, yasalar ise, temel yasa olan anayasadan alırlar. Anayasalar ise meşruluk kaynağını, halkın rızası ve iradesinden ve halkın rızası ve iradesinin kaynaklandığı halkın egemenliğinden alırlar.2
Zira demokrasilerde, daha doğrusu gerçek demokrasiler olan özgürlükçü demokrasilerde, egemenlik milletin, diğer bir deyişle ülke toplumunu oluşturan istisnasız bütün vatandaşlarındır. Bu egemenliğin halkın elinden alınmaması, halkın bu egemenliği kaybetmemesi için, istisnasız bütün vatandaşların özgür insanlar olarak, temel hak ve özgürlüklerini kaybetmemiş, kullanabiliyor durumda olmaları gerekir. Vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini kullanamadıkları bir toplumda, vatandaşların ne egemenliğinden, ne de sağlıklı ve gerçek rızalarından ve iradelerinden söz edebilmek mümkün olabilir.
3Dolayısıyla, demokratik bir toplumda, insan temel hak ve özgürlüklerinin ve kamu hak ve özgürlüklerinin önemi, sadece özgürlükçü demokrasinin ve hukuk devletinin temel özelliği olmasından kaynaklanmaz aynı zamanda, devletin, devletin temel kurumlarının, iktidarların, hükümetlerin, muhalefetlerin meşruluklarının ve milletin egemenliğinin de temel şartı olmasından kaynaklanır. Ayrıca, insan temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmış olması özgürlükçü demokrasinin temel ilkeleri olan özgürlük, eşitlik ve adalet ilkelerinin de önemli ölçüde gerçekleştirildiği anlamına gelecektir.
Özgürlükçü demokrasilerde, meşruluğun temelinde, halkın rızasının ve iradesinin ve bu rıza ve iradenin kaynaklandığı halk egemenliğinin, güvence altına alınmış insan temel hak ve özgürlükleriyle kanıtlanıp, ifade edildiği, toplum sözleşmesi mahiyetindeki anayasaların olması, meşruluk temelini somutlaştırdığı ve olgusallaştırdığı gibi, egemenlik ve insan temel hak ve özgürlüklerini, birbirlerinin varlık şartları olarak uzlaştırmaktadır.
Yazının başlangıcında belirtilmiş olduğu gibi, anayasayla ilgili tartışmalarda, tartışmaların başlangıç noktasında, eğer demokratik toplum, demokratik devlet ve demokrasi istenmiyorsa, bu tür toplumlarda insan temel hak ve özgürlüklerine ve kamu hak ve özgürlüklerine, özgürlükçü demokrasilerde verilen önem ve değerlerin verilmesi beklenemez. Demokratik olmayan devletlerde ve toplumlarda meşruluk, meşruluk olgusuna değil, meşruluk inancına dayanır.
Özgürlükçü demokrasilerde ve demokratik devletlerde ise meşruluk, birer toplum sözleşmesi mahiyetindeki anayasaya ve anayasanın meşruluğunun dayandığı, güvence altına
4alınmış temel hak ve özgürlükler sayesinde gerçekleşen, halkın rızası ve iradesi olgularına dayanır. Demokratik olmayan toplumlarda ise, bu tür meşruluk olguları yerine, dini inançlardan, geleneklerden, alışkanlıklardan, iktidarın gücü karşısında çaresizlikten ve diğer başka benzeri nedenlerden kaynaklanan, meşruluk inancına dayanan bir meşruluk söz konusudur.
Demokratik olmayan toplumlarda da, demokratik toplumlardaki kadar, demokratik hukuk devleti anlamında, detaylı ve kurumlaşmış olmasa da, zamandan zamana ve toplumdan topluma değişen oranlarda gerçekleşen bir adalet uygulaması vardır. Bu adalet uygulaması da, toplumdan topluma değişen usul ve eşitlik anlayışı çerçevesinde gerçekleşir. Bu tür toplumları oluşturan insanların da zihinlerinde, toplumsal bir ortak değer ve bireysel bir değer olarak adalet düşüncesi, sezgisi ve duygusu mevcuttur. Bu adalet düşüncesi ve sezgisinin temelinde de, ilgili toplumun eşitlik anlayışı kapsamında, tarafsızlık ve taraf tutmama, bağımsız ve tarafsız hüküm verme pratikleri bulunur. Bu tür toplumlarda da adalet, genelde ve uzun vadede, toplumun ve devletin temeli olarak görülür. Süregelen adaletsizlikler, toplumdaki meşruluk inancının azalmasına ve nihayetinde ortadan kalkmasına neden olabilir. Meşruluk inancının ortadan kalktığı bir toplumda ise iktidar, zor, şiddet ve baskı uygulayarak varlığını sürdürebilir.