Tarihsel süreçte, siyasi iktidarın meşruluk kaynağını Tanrı’da ve kutsalda gören inanç temelli devlet ve yönetim sistemlerinde devleti yönetenler, kimi zaman Tanrı, kimi zaman Tanrısal güçler taşıyan, ya da Tanrısal güçlerle ilişkili kutsal kişiliğe sahip insanlar olarak görülmüşlerdir.
Meşruluğun kaynağını kutsaldan alan inanç temelli devletler ve yönetim sistemlerine sahip toplumlarda siyasi iktidarın ilgili inanç sistemi kuralları çerçevesinde kullanıldığına inanılır.
Bu tür toplumlarda, hakim inanç sistemini ve kurallarını sorgulamak ve tartışmak mümkün olmadığı için, merkezileşen siyasi gücü kullanan siyasi iktidarların denetimi ve yetkilerinin sınırlandırılması, en azından demokratik toplumlardaki iktidar denetimi ve iktidar yetkilerinin sınırlandırılması anlamında mümkün değildir.
İnanç kurallarına göre toplumları yöneten siyasi iktidarlar, istisnai durumlar, tarihsel kişilikler ve zaman aralıkları dışında, genellikle ilgili inanç kurallarını devlet yönetimiyle ilgili konularda kendi istek ve amaçlarına göre yorumlamışlar ve uygulamışlardır. Bu yorum ve uygulamalara, ilgili toplumlarda siyasi gücün merkezileşmiş olması ve kutsal olan inanç sisteminin kurallarıyla ilgili olduğu için etkili itirazlar mümkün olamamıştır.
1Siyasi iktidarların denetlenemediği ve sınırlandırılmadığı, insan temel hak ve özgürlüklerinin ve hukuki eşitliğin mevcut olmadığı, bağımsız ve tarafsız yargı kurumlarının, bağımsız medyanın ve vatandaşların iktidarı ve yürütmeyi denetlemediği toplumlarda, toplumu oluşturan bütün insanlar için geçerli, kalıcı ve sürekli bir adalet durumundan söz edilemeyecektir.
İnanç temelli değil, akıl temelli, akılcı olduğunu iddia etmiş, özgürlükçü demokrasi dışı, insan temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmadığı, iktidarı ve yöneticileri denetleyecek ve yetkilerini sınırlandıracak, denge ve denetleme mekanizmalarının ve kurumlarının olmadığı seküler devlet ve toplumlarda da, Stalin döneminde Sovyetler Birliği’nde ve Hitler yönetiminde Almanya’da olduğu gibi, büyük adaletsizliklerin ve haksızlıkların yaşanmış olduğu tarihsel bir gerçekliktir.
Ancak, bu iki örnekte de yaşanan haksızlıkların ve adaletsizliklerin nedeni, bu devletlerin ve yönetim sistemlerinin akılcı ve akıl temelli olmaları değildir.
Her iki örnekteki yönetim sistemlerinin de akılcı oldukları iddia edilmesine rağmen, her iki örnekte de akıl, sorgulanamadığı ve eleştirilemediği için dogmalaşmış, bir çeşit inanca dönüşerek, devre dışı kalmıştır.
2Hitler yönetiminde, tek adam’a, lidere olan, liderin her yaptığının ve söylediğinin doğru olduğuna olan inanç, Stalin yönetiminde, doktrine ve hakim doktrin yorumuna olan inanç, aklı, aklın gereği olan sorgulama, eleştiri ve tartışma yoluyla ortak akıl oluşturma imkanını ortadan kaldırmıştır.
Bu örneklerde yaşanan adaletsizliklerin ve haksızlıkların nedeni akıl değil, akılın devre dışı bırakılarak, bir çeşit inanca dönüşmüş olmasıdır.
Özgürlükçü demokrasi ise, Hitler ve Stalin yönetimlerinde olduğu gibi, temelde tek adamın aklına, ya da Marx ve Engels’in eserlerini yazdıkları andaki akıl’a ve bu aklın dönemsel yorumuna değil, düşünce ve ifade özgürlüğü öncelikli olmak üzere, insan temel hak ve özgürlükleri aracılığıyla, mükemmel olmasa da kesintisiz bir düşünme, sorgulama, eleştirme ve tartışma yoluyla ortak akıl üretimine dayanan bir süreçtir.
Özgürlükçü demokrasilerde akıl yoluyla, halkın seçtiği kendi temsilcilerinden oluşan seçilmiş devlet görevlileri ve atanmış devlet görevlilerinin faaliyetleri denetlenmekte, yetkileri sınırlandırılmaktadır.
Günümüz demokrasilerinde popülist siyasi hareket ve eğilimleriyle kendini gösteren, demokrasilerin içinde bulunduğu krizin en önemli nedenlerinden biri, yeterli ortak akıl üretiminden uzaklaşılmasıdır.
Demokrasiyle yönetilen toplumlarda da, demokrasi dışı seküler veya inanç temelli toplumlarda olduğu gibi, kendi kendini yöneten halkın seçtiği temsilcileri olarak, fiilen devleti ve ülkeyi yöneten bir elit zümre bulunmaktadır.
3Ancak, bu elit zümrenin, demokrasi dışı seküler veya inanç temelli toplumlardaki elit zümrelerden farkı, halk tarafından seçilmiş olmaları, iktidar gücünü kullananlar olarak, tek bir kişiden ya da, az sayıda kişiden ibaret olmayıp, demokratik olmayan toplumlara göre çok daha fazla kişiden ibaret olmaları, denetlenmeleri ve yetkilerinin sınırlandırılmış olmasıdır.
Demokrasiler, dünya genelinde, içinde bulundukları demokrasi krizini, daha çok ortak akıl üreterek, daha çok demokrasi, daha çok halkın katılımı ve halkın taleplerinin yerine getirilmesiyle aşabilecektir. Akla ve inanca dayalı yönetim sistemlerinin krizleri ve önemli sorunları, ancak akılla aşılabilir.
Demokrasilerde daha önemli olan, seçimlerde sandıktan kimin, ya da hangi tarafın çıkacağı değil, sandıktan çıkanların, seçilenlerin demokrasiye bağlı kalıp kalmayacaklarıdır
Diğer bir deyişle, halkın isteğinin sadece bir an için, sadece seçim anında değil, iktidarın denetlenmesi, halkın yönetime katılımı ve iktidarın güç ve yetkilerinin sınırlandırılması yoluyla devamlı ve kesintisiz olarak gerçekleşmesidir.
Önemli olan, halkın, sahip olduğu insan temel hak ve özgürlüklerini kullanabilen iktidar ortağı bireyler topluluğu olarak, kendi kendini yönetebilmesinin sağlanmasıdır.
Halkın kendi kendini yönetebilen özgür bireylerden oluşan özgür bir halk olabilmesi için varlığı ve kullanılabilirliği zorunlu olan insan temel hak ve özgürlükleri, soyut ve hayali kavramlar değil, B.M. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, B.M. İnsan Hakları Sözleşmeleri, A.İ.H.S. gibi dünya genelinde kabul görmüş, uluslar arası metinlerde ve çağdaş demokratik anayasalarda yer alan olgusal gerçekliklerdir.
Bu temel hak ve özgürlüklerin yaşama geçirilebilmesi ise, demokratik ülkelerin demokratik kurumsal yapısına ve özellikle ülke toplumunun demokrasi kültürüne bağlıdır.
4Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklerin yaşama geçirilmesi için temel demokratik kurumların mevcudiyetlerinin yanı sıra ülke toplumlarının önemli bir bölümünün, kendilerinin bu hak ve özgürlüklere sahip olduklarından, bu hakların mahiyetinden ve bu hak ve özgürlükleri talep edebileceklerinden haberdar olmaları gerekir.
Akıl sağlığı yerinde olan hiçbir insanın, varlıkları, anlamları ve nitelikleriyle ilgili bilgi sahibi olduğu, yaşama hakkı, özgürlük ve kişi güvenliği hakkı, adil bir biçimde yargılanma hakkı, işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ya da cezadan korunma hakkı, tutsak ve köle edilmemek, zorla çalıştırılmamak hakkı, özel yaşama ve aile yaşamına, konut ve haberleşme özgürlüğüne saygı hakkı, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, düşüncesini açıklama özgürlüğü, toplanma ve dernek kurma özgürlüğü, evlenme ve aile kurma hakkı, v.s. gibi en temel insan hak ve özgürlüklerine sahip olması ve bu hak ve özgürlükleri kullanması için başkaları tarafından zorlanması gerekmeyeceği gibi, kendi bilinçli ve özgür iradesiyle bu hak ve özgürlüklerinden vazgeçmesi de mümkün değildir.
Halkın kendi kendini yönetmesi demek olan demokrasinin gerçekleşebilmesi için halkı oluşturan insanların özgür olmaları, bunun için de, insan temel hak ve özgürlüklerine sahip olarak bu hak ve özgürlükleri kullanabilmeleri gerekir.
5Ortak akıl kavramı, halkı oluşturan bireylerin birlikte doğrudan ya da temsilcileri vasıtasıyla ortak kamuoyu oluşturma ve yasama ve yürütmeyle ilgili karar alma süreci olmasının yanı sıra, ülke toplumunda hiç kimsenin ve hiçbir grubun dışlanıp, ötekileştirilmeden eşit haklara sahip yönetim ortakları olarak halkın yönetime katılması gereğini, bunun sağlanması için gerekli denge ve denetleme mekanizmalarının ve kurumlarının varlığını, bu mekanizmalar ve kurumlar vasıtasıyla, halkın istisnasız tümünün insan temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasının gerekli olduğu anlamlarını da içermektedir.