Ülkemizde, geçmişleri çok uzun zaman öncesine dayanan, dünya görüşü, yaşam tarzı, inanç ve inanç yorumu ve etnik temelli farklılıkların olduğu herkesçe bilinen bir sosyal gerçekliktir. Bu farklılıklar, ülke tarihimizin belli bölümlerinde, kutuplaşmalara neden olmuş, bu kutuplaşmalar kimi zaman, ülkemizin bütünlüğü, birlik ve beraberliği için tehdit oluşturan büyük sorunlara yol açmıştır.
Bu ayrışma ve kutuplaşmaların oluşma ve yoğunlaşma süreçlerindeki en önemli etken, ayrıştırılan toplum kesimlerinin, siyasi iktidar sahibi, ya da siyasi iktidara yakın, ayrıştıran özne konumundaki, kişi, grup, sosyal ve ekonomik sınıflar tarafından ötekileştirilip, ayrıştırılmış olmasıdır. Bu durum, sadece bizim ülkemiz için değil, en azından tarihin farklı dönemlerinde hemen her ülke toplumu için geçerli olabilen bir sosyal gerçekliktir.
Çeşitli nedenlerle, siyasi iktidarlar ve siyasi iktidara yakın konumdakiler tarafından ayrıştırılıp, ötekileştirilen, iktidarın sağladığı imkanlardan en azından göreceli olarak uzak tutulan toplum kesimleri, bu ayrıştırmaya tepki olarak,
1ayrıştırmaya neden olan sosyal kimliklerini öncelikli sosyal kimlikleri olarak benimsemişlerdir. Bu tepki, toplumlardaki ayrışma ve kutuplaşmaların daha da büyümesine ve derinleşmesine neden olmuştur.
Bu tür sosyal ayrışma ve kutuplaşmalar, özellikle ayrıştırılan toplum kesimlerinin, toplam ülke nüfusuna oranı ölçüsünde, ilgili toplumlar için artan bir risk oluşturmaktadır. Ülkemizin içinde bulunduğu durum itibarıyla, toplam nüfusa olan oranları, sosyal ve ekonomik güçleri açısından birbirine yakın ya da ihmal edilemeyecek güçte olan toplum kesimleri arasındaki ayrışma ve kutuplaşmalardan söz etmek mümkün olmaktadır. Söz konusu ayrışma ve kutuplaşmalar sadece geleceğe dönük bir güvensizlik, istikrarsızlık ve huzursuzluğa neden olmamakta, aynı zamanda ülke barışını, ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden büyük bir risk oluşturmaktadır.
Geleceğe dönük güvensizlik ortamı, ülke ekonomisini, ekonomiye ilişkin karar ve yatırımları olumsuz etkilemekte, ekonomideki olumsuz gelişmeler, kısır döngü oluşturarak, mevcut güvensizlik ortamını ve toplumdaki kutuplaşmaları arttırıcı etki yapmaktadır.
Demokrasi öncesi toplumlarda, bu ayrışma ve kutuplaşmalar, daha güçlü olan tarafın, güçsüz olan tarafı sindirmesi ve baskılamasıyla sonuçlanmış, bu sindirme ve baskılama süreçleri, toplumsal hafızada olumsuz izler bırakarak, kutuplaşmayı ortadan kaldırmamış, daha da pekiştirerek, üstünü örtmekle yetinmiştir. Herhangi bir nedenle tarihsel süreç içerisinde, bu sindirilmiş ve ayrıştırılmış toplum kesimleri, eskisinden daha güçlü bir şekilde ayrıştırıcı bir unsur olarak ortaya çıkmışlar, kimi zaman siyasi iktidarları da ele geçirerek,
2toplumun ayrıştırılan yerine, ayrıştıran unsurları olarak, eski kutuplaşmaları daha da ileri boyutlara taşımışlardır.
20.ci yüzyılda liberal demokrasiye sahip toplumlardaki ayrışma ve kutuplaşmalar, özellikle, 2. Dünya savaşından sonraki süreçte, yüzyılın sonlarındaki ekonomik sistemin ve demokrasinin uygulamalarından kaynaklanan sorunların ağırlıklı etkileriyle bazı ülkelerde oluşan ayrışma ve kutuplaşmalar dışında, ekonomik ve sosyal sınıfların ve toplum kesimlerinin uzlaşmalarıyla sonuçlanmıştır.
Tarihsel süreçteki örnekler, ayrışan ve kutuplaşan taraflardan birinin, diğer taraf ve tarafların talep ve isteklerini dikkate almadan, karşı tarafı baskılayıp sindirerek kutuplaşmayı ortadan kaldıramadığını, sadece mevcut kutuplaşmanın ileri bir tarihte daha da yoğunlaşmış bir şekilde ortaya çıkmasına neden olduğunu göstermektedir.
Ülke toplumunun birlik ve bütünlüğünü tehdit eden kutuplaşmaların kalıcı olarak ortadan kalkması için, ayrışan ve kutuplaşan tarafların adalet temelinde, ayrıştırıcı ve farklı sosyal kimlikler yerine, öncelikli, üst kimlik olarak, eşit hak ve özgürlüklere sahip, birbirlerine eşit saygı duyan vatandaş kimliğinde uzlaşmaları gerekmektedir. Bu uzlaşmanın gerçekleşmesi, ülke toplumunu oluşturan vatandaşların öncelikle, vatandaşlar arasında dost-düşman, biz-onlar ayrımı yapmadan, ülke toplumunu oluşturan vatandaşların istisnasız olarak tümünü hiçbir ayrım yapmadan, “biz,” olarak görmelerini gerektirmektedir.
Bu durumda, toplumun bütününü kapsayıcı, en üst sosyal katman olarak, eşit hak ve özgürlüklere sahip, insan temel
3hak ve özgürlüklerine eşit saygı gösterilmesi gereken istisnasız bütün vatandaşlardan oluşan “biz’in,” alt sosyal katmanlarında, diğer sosyal kimliklerden oluşan, biz-onlar ayrımına dayanan kimlikler, vatandaşların farklılıkları ve özgürlükleri gereği, varlıklarını güven içerisinde sürdürmeye devam edebileceklerdir.
Toplumu oluşturan vatandaşların sahip olmaları gereken, eşit temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, denge ve denetleme mekanizmaları olan, çağdaş ve demokratik anayasalar, kuvvetler ayrılığı, laiklik, hukuk devleti, bağımsız yargı gibi ilke ve kurumların varlığını gerektirir. Ülke toplumunu oluşturan, bütün vatandaşlarda sağlıklı olmaları durumunda yeterli ölçüde bulunan akıl ve aklın ürünü olan bilimin ışığında, adalet temelinde, vatandaşların uzlaştıkları toplum sözleşmesiyle kurulan, temel hak ve özgürlüklerin denge ve denetleme mekanizmalarıyla güvence altına alındığı yönetim sisteminin adı, şüphesiz demokrasi, ya da özgürlükçü demokrasidir.
Diğer bir deyişle, taraflara ayrışarak kutuplaşmış ülkemizde, ülkenin birlik ve bütünlüğünü, ülkenin geleceğini tehdit eden aşırı kutuplaşmaların kalıcı olarak ortadan kalkması için tarafların ve vatandaşların eşit temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, istisnasız bütün vatandaşların, eşit iktidar ortakları olan “biz” olarak algılandığı özgürlükçü demokrasi anlayışında uzlaşmaları gerekmektedir.
Özgürlükçü demokrasinin temel ilkeleri olan ve anayasamızın değiştirilemez maddelerinde, devletin değişmez ilkeleri olarak da ifade edilmiş olan, demokratik, laik, sosyal, hu-
4kuk devleti ilkeleri çerçevesinde, dini hassasiyetleri olan siyasi gruplar, dine saygı konusundaki hassasiyetlerini, milliyetçi ve etnik gruplar, milliyetçilik ve etnisiteyle ilgili hassasiyetlerini, ideolojik temelli siyasi gruplar, kendi ideolojileriyle ilgili hassasiyetlerini ön planda tutabilmelidirler. Ancak, bütün bu hassasiyetlerin, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkeleri ve istisnasız bütün vatandaşların temel hak ve özgürlüklerine saygı çerçevesinde kalması konusunda, adalet temelinde kapsayıcı bir uzlaşma, ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden kutuplaşmaları kalıcı olarak ortadan kaldırabilecektir.