ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ, MEŞRULUK

 

 

ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ VE MEŞRULUK

 

Sözlük anlamıyla,”halk iktidarı “, demek olan demokrasi, dünya genelinde kabul görmüş tanımıyla, sözlük anlamıyla aynı anlamda olan, halkın kendi kendini yönetimidir. Halkın kendi kendini yönetebilmesi için halkın, dolayısıyla halkı oluşturan gerçek kişilerin, siyasi açıdan kendi kendilerini yönetebilen, siyasi açıdan özgür kişiler olmaları gerekir. Siyasi açıdan kendi kendini yönetebilen, siyasi açıdan özgür kişilerin, siyasi açıdan kendi kendilerini yönetebilen özgür bireyler olabilmeleri için öncelikle kendilerine bu imkanı sağlayacak olan, siyasal haklara sahip olmaları gerekir.

ÖZGÜRLÜK

Siyasal haklar, kişileri, halkın ve toplumun bir üyesi olarak, halkın sahip olduğu iktidarı kullanma, bu iktidara ortak olma ve ülke yönetimine katıma imkanı sağlayan haklardır. Siyasal haklara sahip olmak, siyasi açıdan  özgür bir birey olmak için zaruri ancak yeterli değildir. Zira, siyasi açıdan özgür bir birey, özgürlükçü demokrasilerin gereği olarak sahip olduğu siyasal hakları gerçek anlamda, bilinçli olarak, bu hakların amacına uygun olarak kullanabilen kişidir.

Siyasi açıdan özgür olmayan kişi, siyasi açıdan kendi kendini yönetme yetisine sahip olmadığı için yöneten değil, bir yönetilendir. Siyasi açıdan özgür olmayan kişilerden oluşan bir toplumda , kendi kendini yönetemeyen, yönetilen bir toplumdur.

Siyasi açıdan özgür bir kişinin, siyasi açıdan özgür bir birey olabilmesi için, düşünsel açıdan özgür bir birey olması bunun için de  düşünebilen bir insan olması gerekir. Düşünebilen bir insan olabilmek, kişinin kendisini,çevresini, yaşadığı ve içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve kültürel ortamları, en küçüğünden , en büyüne, en genişine kadar eleştirip, sorgulayabilmeyi gerektirir. Bu eleştiri ve sorgulamaların gerçekleşebilmesi için de, mevcut ve olması gereken alternatiflerin bilgilerinin edinilmesi, bilgileri edinilen bu alternatifler arasından, karşılaştırmalar yapılarak, en doğru, en yararlı olanın seçilebilmesi gerekir.

Günümüz temsili demokrasilerinde, siyasi açıdan özgür bireyler, alternatiflerin bilgisine sahip olarak, alternatifler arasında karşılaştırmalar yaparak, seçimlerde bilinçli tercih yapabilen, seçtiği temsilcileri, demokrasinin ve devletin kurumlarını, seçtiği temsilcilerin faaliyetlerini, devlet görevlilerini, önce düşünsel alanda, daha sonra anayasal haklar ve yasalar çerçevesinde denetleyebilen kişilerdir.

Kişi ve birey, bir inanç sistemine bağlanmayı tercih etse bile, bu tercihi, özgürce, bilinçli olarak, düşünerek, alternatiflerin bilgisine karşılaştırmalar yapabilecek kadar yeterli ölçüde sahip olarak bu alternatifler arasında karşılaştırmalar yaptıktan sonra gerçekleştirmelidir.

Bütün bunların gerçekleşebilmesi önce düşünsel açıdan özgür bir birey, düşünebilen bir insan olmayı gerektirdiği için, düşünme yetisini geliştirebilmek, mümkün olduğu kadar çok ve farklı, çok yönlü okumalar yapabilmek, bunları yapabilmek için de, gerekli olan özgürlük ortamına, zamana ve maddi koşullara sahip olmak gerekir.

Düşünsel ve siyasi açıdan özgür bir birey olmak, mevcut statükoları, mevcut kurumları reddetmek, onlarla çatışmak demek değildir. Siyasi açıdan özgür bir birey olmak, daha iyi, daha doğru, daha yararlı alternatiflerin bilgilerine sahip olarak, kişisel tercihleri bu yönde kullanmak, bu yönde bilinçli olarak hareket edebilmek anlamına gelmektedir. Her ortamdaki mevcut sosyal ve siyasi düzen ve statükoların mutlaka iyi ve yararlı tarafları olduğu gibi, olumsuz tarafları da bulunmaktadır.

Dünyamızdaki yaşam şartlarının zaman içerisinde durmadan değişmesi, yeni ihtiyaçların ortaya çıkmasına neden olmakta, eski şartların yeni ihtiyaçlara göre uyarlanmasını gerektirdiği gibi, daha önce mevcut olmayan yeni ihtiyaçların giderilmesi için de, yeni şartların oluşturulmasını gerektirmektedir. İnsanlığın tarihsel sürecine bakıldığında, ilk çağ insanlarından günümüze kadar, insanların ihtiyaçları, hemen her yönden değişim göstermiş ve bu ihtiyaçlar çağa ve zamana göre değişen çözümlerle giderilmiştir.

Demokratik bir ülke toplumundaki tüm sağlıklı ve yetişkin kişilerin siyasi açıdan özgür bireyler olabilmeleri, uygulamada gerçekleşmesi çok zor olan bir ideal olsa da, bir toplumun kendi kendini yönetebilen özgür bir toplum olabilmesi için, en azından toplumu oluşturan kişilerin çoğunluğunun siyasi açıdan kendi kendini yönetebilen özgür bireyler olmaları gerekir. Dolayısıyla, bir ülke toplumunda siyasi açıdan kendini yönetebilen özgür bireylerin sayısı ne kadar fazlaysa, o ülke toplumunda demokrasinin ve özgürlüklerin yaşamaları  şansı da o kadar fazla olmaktadır.

 

Ağırlıklı olarak demokratik ülkelerde uygulanmakta olan kapitalist ekonomik sistemin etkisiyle, bu ülkelerde yaşayan insanlar gittikçe daha çok ekonomi insanı haline gelmektedirler. Ekonomi insanları, kendi maddi çıkarlarının, genellikle ve büyük ölçüde, demokrasinin değerlerinden daha önemli olduğunu düşünmektedirler. Demokratik ülkelerde yaşayan ülke vatandaşlarının önemli bir bölümü, ülke yönetimi ve demokrasiyle ilgilenmek yerine, bu konulara zaman ayırmanın bir maliyeti olduğunu, kendileri için bir maddi çıkar sağlamayacağını düşünerek, siyasi açıdan kendi kendilerini yöneten bireyler olmak yerine, yönetilen toplumların bir üyesi olmayı tercih etmektedirler.

Bu durumu, yöneten olmaktan vazgeçip, yönetilen olmak, toplumsal yaşamda bir özne olmaktan vazgeçip bir nesne olmak, ya da kısaca siyasi açıdan özgür bir birey olmaktan vazgeçme olarak yorumlamak mümkündür.  Bu tercihi yapan demokratik ülkeler vatandaşları ekonomi insanı olmayı, nadiren bilinçli olarak istemekte, çoğu kez, farkında olmadan bu tercihi yapmış olmaktadırlar. Demokratik ülkelerin tümünde uygulanmakta olan kapitalist ekonomik sistem, oluşmasına neden olduğu sosyal ve kültürel faktörlerin de katkısıyla, vatandaşları ekonomi insanı olmaya yönlendirmektedir.

Demokratik toplumlarda, siyasi açıdan özgür bireyler yerine, ekonomi insanlarının sayılarının artması, demokrasilerin geleceği açısından önemli bir risk oluşturmakta, ülke yönetimiyle ilgilenmeyen bireylerin, demokratik seçimlerde siyasal açıdan, bilinçli ve özgür gerçek rızalarını yansıtacak şekilde seçim yapabilmelerini, seçilmiş halk temsilcilerini ve devlet görevlilerini yeterince denetleyebilmelerini önlemektedir. Bu gelişmelerin doğal sonucu, demokratik ülkelerin yönetim sistemlerinin, denge ve denetleme mekanizmalarının ve demokrasinin kurumlarının, demokrasi açısından görevlerinin gerektirdiği liyakate sahip olmayan gerçek kişiler tarafından zayıflatılması ve çökmesi olmaktadır.

Demokrasilerin, demokrasinin kurum ve ilkelerinin, demokratik toplumlarda siyasi açıdan kendi kendini yönetebilecek yeterli sayıda birey olmadan, kendi kendilerine ayakta kalıp, varlıklarını sürdürebilmeleri mümkün değildir. Demokrasiyi yeterince önemsemeyen toplumların içinden çıkan, seçilmiş halk temsilcileri de, demokrasiyi önemsemeyip, kendilerini halkın temsilcisi olmak yerine, halk yerine kendilerini, halkın gerçek yöneticileri olarak görmeleri sonucunda demokrasilerin varlıklarını sürdürme şansı gittikçe azalmaktadır. Siyasi açıdan bireyin zayıflaması, siyasi açıdan toplumun zayıflamasına, toplumun zayıflaması da, temel bir toplum organizasyonu olan devletin, demokrasi açısından zayıflamasına neden olmaktadır.

Tarihsel süreçte demokrasi öncesinde, kişi, grup veya ekonomik ve sosyal sınıfların toplumu yönetebilmesi için bir tahakküm aracı olmasının yanı sıra, vatandaşların can ve mal güvenliklerini, diğer gerçek kişilere ve ülke dışı güçlere karşı  koruma görevini üstlenmiştir. Demokratik devlet ise, en azından idealde, kişi, grup veya sınıfların tahakküm aracı olmaktan çıkıp, toplumun tümüne hizmet eden bir organizasyona dönüşmüştür.

Diğer bir deyişle, demokrasi öncesi toplumlarda halkın efendisi olan, halkından, milletinden kendisine hizmet etmesini bekleyen devlet, demokrasiyle birlikte demokratik devlet olarak, halkına hizmet eden bir temel toplum organizasyonuna dönüşmüştür. Böylece, milletin ve halkın efendisi devlet değil, halkın ve milletin kendisi olmakta, bir tüzel kişi olan devletin gücünü kullanan gerçek kişiler olan, devlet yöneticileri ve görevlileri de, milletin ve halkın efendisi olmak durumundan, halkın ve milletin hizmetkarları durumuna geçmiş olmaktadırlar.

Demokratik toplumlarda, devletin, devlet yöneticilerinin ve devlet görevlilerinin hizmet etmeleri gereken halk ve millet, ülke vatandaşlarının sadece bir bölümünü değil, ülke vatandaşlarının istisnasız tümünü kapsamaktadır. Gerçek anlamda demokratik bir devlet, bu devletin yöneticileri ve görevlileri, istisnasız bütün vatandaşlarına hiçbir ayrım yapmadan, demokratik anayasa ve yasalar çerçevesinde hizmet etmekle yükümlüdürler.

Demokratik bir devletin, devlet yöneticilerinin ve görevlilerinin en temel görevi istisnasız bütün vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasıdır. Bu görevin yerine getirilmesi için de, bu amaçla oluşturulmuş demokrasinin kurum ve ilkelerinin yaşamalarının ve çalışmalarının sağlanması gerekmektedir.  Demokratik devlette, demokrasi öncesi devletin de görevi olan vatandaşların can ve mal güvenliklerinin diğer kişilere ve ülke dışı güçlere karşı koruma görevinin yanı sıra, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığının gereği ve sonucu olarak, istisnasız tüm vatandaşların temel hak ve özgürlükleri, devlet görevlilerinin, anayasa ve yasarlı ihlal etmeleri durumunda, demokratik anayasalar ve kanunlar çerçevesinde, devlet ve devlet görevlilerine karşı da güvence altına alınmış olmaktadır.

Bireyin ve toplumun siyasi açıdan zayıflaması sonucu, demokrasi açısından zayıflayan demokratik devletin de özellikle demokrasiyi yaşatacak olan kurumları, ilkeleri ve değerleri zayıflamaktadır. Devletin temel güç ve fonksiyonları olan yasama, yargı ve yürütme güçleri demokratik açıdan zayıflarken, devletin belki de tek büyüyen yönü, devletin meşru ve anayasal cebir kullanma gücünü  elinde tutan güvenlik kuvvetlerinin cebir uygulama gücü olmaktadır. Bu gelişme bir yandan  daha  güçlü ve etkin silahlanmayla gerçekleşirken, diğer yandan teknolojik gelişmelere paralel olarak, devletin güvenlik güçlerinin, vatandaşları gözetim ve denetim gücünün artmasıyla sağlanmaktadır.

Devleti yargı ve yasama gibi fonksiyon,organ ve kurumlarının güçleri demokratik açıdan azalırken, güvenlik kuvvetlerinin  cebir uygulama, gözetim ve denetim güçlerinin artması, demokrasilerin yaşamaları için zorunlu olan denge ve denetleme mekanizmalarının çalışabilmelerini gittikçe daha çok zorlaştırmaktadır. Bu süreçte, temsili demokrasinin gereği olarak, yasama ve yürütme organlarının ve devletin kurumlarının bizzat halk tarafından ve halk adına bağımsız ve tarafsız yargı organları vasıtasıyla denetlenmesi gerekirken, halk bu denetleme imkanının kaybedip, denetleyen konumundan, denetlenen ve gözetlenen konumuna geçmiş olmaktadır.

Halkın iktidarı demek olan demokrasi, halkı oluşturan gerçek kişilerin her birine eşit saygı gösterilmesini gerektirmektedir.  Söz konusu saygı, uygulamada, birer toplum sözleşmesi mahiyetindeki demokratik ve çağdaş anayasalarda belirtilmiş temel hak ve özgürlüklere saygı gösterilerek gerçekleşir. Demokratik devlet, halkı oluşturan gerçek kişilerin temel hak ve özgürlüklerini  güvence altına alan devlettir.

Halkın kendi kendini yönetebilmesi için, halkı oluşturan gerçek kişilerin özgür olmaları gerekir. Ancak özgür kişiler, siyasi açıdan kendilerini ve toplumlarını yöneterek demokrasiyi gerçekleştirip, yaşatabilirler. Demokrasi, demokratik anayasalar, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı gibi demokrasinin ilke, değer ve kurumları vasıtasıyla güvence altına alınan hukuki özgürlükler ve hukuki eşitliğin de varlığını gerektirir.

Demokrasi aynı zamanda, ülke vatandaşlarının, insana saygı, bu saygının somut ifadeleri ve göstergeleri olan temel hak ve özgürlükler, adalet, hukuki eşitlik, hukuki özgürlük ilkeleri üzerinde ve bu ilkelerin, demokratik devlet tarafından güvence altına alınarak, hayata geçirilmesi konusunda uzlaşmaları anlamına gelir. Toplumu ve halkı oluşturan gerçek kişilerin, ülke vatandaşlarının, özgür ve bilinçli rızalarıyla gerçekleşen bu uzlaşmanın temel kural ve koşulları, birer toplum sözleşmesi mahiyetindeki  anayasalarca  belirlenir.

 

Rızaya dayalı bu uzlaşmayla, toplum, güce, zora ve şiddet ve şiddet tehdidine dayalı bir toplum yaşantısından, barış ve uzlaşmaya dayalı bir toplum yaşantısına geçmiş olur.  Bu süreçte, demokrasinin temel ilke ve değerlerini oluşturan, insana saygı, temel hak ve özgürlükler, adalet, hukuki özgürlük, hukuki eşitlik, rıza ve uzlaşma kavramları ve olguları, karşılıklı etkileşim ve sebep, sonuç ilişkisi içerisinde birbirlerinin varlık şartlarını oluştururlar.

Demokrasiyle birlikte, siyasi iktidar halka, halkı oluşturan gerçek kişilere geçmiş olur. Halkı oluşturan her bir gerçek kişi, her bir vatandaş, eşit hak ve özgürlüklere sahip, eşit bir siyasi iktidar ortağı haline gelir. Halkın tamamı bir araya gelip, konuşup, tartışarak bir arada doğrudan demokrasiyle kendilerini yönetmeleri mümkün olmadığı için, halk kendini temsili demokrasiyle yönetir. Seçimlerde seçtiği ve faaliyetlerini denetlediği temsilcileri vasıtasıyla halk kendi kendini yönetir.

Özgürlükçü gerçek demokrasilerde, vatandaşın kimliği, cinsiyet , etnik kökeni, inancı, siyasi görüşü, geçmişi ne olursa olsun bütün vatandaşlar, siyasi ve hukuki açıdan, eşit haklara sahip, ülkelerinin eşit iktidar ortaklarıdırlar. En acımasız, toplumda en fazla infial uyandırabilecek en ahlak dışı ve insanlığa aykırı suçları işlemiş, bir suçlunun, suçu kanıtlanmış bir vatan haininin, siyasi görüşü ve işlediği suç veya suçlar her ne olursa olsun,, bir teröristin de, demokrasinin geçerli olduğu bir ülkede diğer vatandaşlarla eşit, saygı duyulması gereken hakları mevcuttur.

Demokrasilerde olması gereken, istisnasız hiçbir vatandaşın, halkın kendini yönetmesinin gereği ve doğal sonucu olarak, diğer bütün vatandaşlarla birlikte, eşit iktidar ortağı olma hakkının elinden alınmamasıdır. Bunun gerçekleşmesi de, istisnasız hiç bir  demokratik ülke vatandaşının, işlediği suç her ne olursa olsun, onun iktidar ortağı olarak kalmasını sağlayacak olan, yaşam, vatandaşlık ve seçme haklarının elinden alınmamasıdır.

Demokrasinin tanımına göre, istisnasız bütün vatandaşlara, eşit iktidar ortağı olma hakkı, taşıdıkları vasıf ve nitelikler, yaptıkları ve yapacakları için değil, sadece diğer vatandaşlarla birlikte, toplumu oluşturan bir gerçek kişi, bir insan oldukları için, toplum sözleşmesinin gereği olarak tanınmış bir temel hak niteliğindedir. Halkın, halkı yönetmesi bazı kişilerin halkın dışında bırakılmasını gerektirmeden, halkı  oluşturan gerçek kişilerin istisnasız tümünün , halkı yönetme hakkına sahip olduğu anlamına gelir.

Ahlakın, adaletin ve iyi insan olmanın gereği olarak, yalnızca kendi ailemize, akraba ve tanıdıklarımıza, vatandaşlarımıza, dindaşlarımıza ya da bir şekilde ortak yönlerimiz olduğunu düşündüğümüz kişilere değil, dünyadaki bütün insanlara, onların temel hak ve özgürlüklerine saygı duymamız, ya da Kant’ın deyişiyle, bütün insanların uymak isteyeceği kurala göre davranmamız gerektiği gibi ahlaki yaklaşımları bir kenara bıraksak bile, demokrasiyi benimsemiş bir kişi, bir demokrat olarak, sadece kendi ülkelerimizdeki kendi vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerine değil, diğer bütün demokrasilerdeki insan temel hak ve özgürlüklerinin tümüne ve istisnasız bütün insanların yaşam hakkı gibi en temel insan hak ve özgürlüklerine saygı göstermemiz gerekir.

Demokrasilerde, toplum üyesi olan gerçek kişiler,temel hak ve özgürlüklerine, belli vasıflara sahip oldukları için değil, sadece demokratik toplumu oluşturan gerçek kişilerden biri oldukları için, bir insan oldukları için sahip olurlar.

Gerçek bir demokrat, demokrasiyi benimsemiş bir kişi, kendi demokratik ülkesindeki, istisnasız bütün vatandaşların, sahip oldukları vasıf ve niteliklere bakılmadan sadece bir insan, bir vatandaş, demokratik toplumunun bir üyesi olduğu için temel hak ve özgürlüklere sahip olduğunu biliyorsa, aynı şekilde, diğer demokratik ülke vatandaşlarının da, sahip oldukları vasıf ve niteliklere bakılmadan, sadece  bir insan , bir vatandaş, kendi demokratik toplumlarının bir üyesi oldukları için, temel hak ve özgürlüklere sahip olduğunu ve hak ve özgürlüklere aynı nedenlerle saygı gösterilmesi gerektiğini bilen bir kişi olmalıdır.

Demokratik ülkelerin tümünün, birbirlerinden farklı kısa vadeli çıkarları olabilir, ancak, demokratik ülkelerin tümünün uzun vadeli ortak çıkarları, yalnızca kendi ülke demokrasilerinin değil, dünyadaki bütün demokrasilerin ve bütün demokratik ülke vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesini gerektirir. Bütün demokratik ülkelerin uzun vadeli ortak çıkarı, vatandaşlarına, demokratik temel hak ve özgürlüklere sahip olarak insan onuruna yakışan bir hayat yaşatmaktır.

Dünya üzerinde tek bir ülkede, en temel hak ve özgürlüklerden biri olan, köle edilmemek hakkının kabul edilmiş, diğer bütün ülkelerde, bu temel hakkın tanınmamış ve köleliğin serbest olduğunu bir an için düşündüğümüzde, köleliğin kabul edilmediği tek ülkede de, kölelik  uygulamasına dönülmesi zayıf bir ihtimal olmayacaktır. Aynı şekilde, tek bir ülke dışındaki bütün demokrasilere ve demokratik ülkeler vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerine saygı göstermeyerek bu demokrasileri zayıflatıp ya da ortadan kaldırarak, tek bir ülkede özgürlüklerin ve özgürlükçü demokrasinin  yaşamasını sağlamak çok daha zor olacaktır.

Günümüzde kendi ülkesi dışındaki demokratik ya da demokratik olmayan ülkelerin vatandaşlarının en temel hak ve özgürlüklerinden biri olan köle edilmemek hakkını yok sayarak,  onları köle olarak kullanmak, köle olarak alıp satmak, ekonomik açıdan kısa vadede o ülkenin çıkarına olsa dahi, demokratik ülkeler vatandaşları için böyle bir durumun değil onaylanması, düşünülmesi bile mümkün görünmüyorsa, aynı şekilde diğer demokratik ülkelerin demokrasilerine, vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerine müdahale edilmesi, müdahale eden ülkenin kısa vadeli ekonomik çıkarına uygun olsa bile onaylanmamalıdır.  Diğer demokratik ülkelerin demokrasilerine, demokratik ülkeler vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerine müdahale ederken kullanılan ülke çıkarı ve güvenlik gerekçelerinin,  aynı müdahaleci ülkelerin kendi  ülke iktidarlarının, kendi ülke demokrasilerine ve kendi vatandaşlarının  temel hak ve özgürlüklerine müdahale gerekçeleri olabilecekleri unutulmamalıdır.

DEMOKRASİ VE MEŞRULUK

Özgürlükçü demokratik sistemin, ülke toplumlarında uygulanmaya başlamasıyla birlikte, siyasal iktidar ve siyasal sistemlerin meşruluk kriteri, ülke vatandaşlarının bilinçli ve özgür rızaları olmuştur. Böylece, tarihsel süreçte, özgürlükçe demokratik siyasal sistem öncesindeki ülke toplumlarında, güç, şiddet tehdidi, alışkanlık, çaresizlik gibi nedenler sonucu ülke toplumlarında oluşmuş, göreceli ve soyut meşruluk inancının yerini meşruluk kriteri olarak, ülke vatandaşlarının özgür ve bilinçli rızalarına dayalı, somut bir meşruluk olgusu ve gerçeği almıştır.

Vatandaşların özgür ve bilinçli rızaları ancak, özgürlükçü demokratik siyasal sistemlerin geçerli olduğu, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı ülkelerde gerçekleşebileceği için, özgürlükçü demokratik sistem, aynı zamanda, siyasi iktidar, siyasal sistem ve devletlerin meşruluk nedeni ve gerekçesi olmaktadır.

Ülke toplumlarında, meşruluk kriteri olarak, soyut ve göreceli meşruluk inancından, somut ve gerçek meşruluk olgusuna, dolayısıyla bu somut ve gerçek meşruluk olgusunun mevcut olduğu özgürlükçü demokratik siyasal sisteme geçiş, insanlığın kültür ve medeniyet sürecinde çok önemli bir dönemeç ve eşik noktasını oluşturmaktadır. Tarihsel süreçte,vatandaşların özgür ve bilinçli rızalarına dayalı meşruluk olgusu ve özgürlükçü demokratik sistem, aynı zamanda, inançtan akıl ve olguya, soyuttan somuta, güç ve şiddet kullanımından ve çatışmadan, uzlaşma ve barışa geçiş anlamına gelmektedir.

Özgürlükçü demokratik sistemlerde, rızaya dayalı somut meşruluk kriteriyle toplumlar kendi içlerinde çatışmadan uzlaşmaya, kendi belirledikleri kurallarla geçerek, daha az önemli ve geçici kısa vadeli çıkarları yerine, kalıcı ve daha önemli, uzun vadeli çıkarlarını da görüp, anlayıp, tercih etmiş olmaktadırlar.

Tarihsel süreçte özgürlükçü demokrasilerin,  günümüzdeki özgürlükçü demokrasilerden pek çok farklı yönleri olan antik Yunan demokrasilerini, İngiltere’ de 1215 tarihli Magna Carta fermanıyla, kralın iktidarının sınırlandırılmasını, Avrupa’da, krallarla , klise arasındaki iktidar mücadelelerini, Reform, Rönesans, Aydınlanma, Siyasi liberalizm, Ekonomik liberalizm, Kapitalizm, Sosyalizm süreçlerini, Doğal hukuk , Toplum sözleşmesi teorilerini, 1789 Fransız ihtilali, Amerikan bağımsızlık ve haklar beyannamelerini , 18 ve 19 yüzyıllardaki burjuva ve işçi sınıflarının mücadelelerini kapsayan uzun bir geçmişi bulunmaktadır.

Özgürlükçü demokrasi, pek çok faktörün bir araya gelmesiyle, kanlı ve zorlu mücadeleler içeren bir tarihsel süreç içinde yavaş yavaş gelişerek ortaya çıkmıştır. Bu uzun tarihsel süreç sonunda, kabul edilmiş bir ideal olarak , iktidar halka geçmiş, halk ve millet kendi kendisinin yöneticisi olabilmiş, bu iktidara sahip olmanın ve bu iktidarı kullanabilmenin gereği olarak sahip olduğu , temel hak ve özgürlükleri güvence altına alabilmiştir.

Hiçbir demokrasi geçmişi ve yaşantısı olmayan bütün bu süreçlerin yaşanmadığı , bu mücadelelerin verilmediği toplum ve ülkelerde, demokrasi kültürünün kendiliğinden oluşması mümkün değildir. Bu nedenle, demokrasi geçmişi ve kültürü olmayan toplumlarda, meşruluğun olgu yerine inanca dayanması doğal bir sonuç olmaktadır.

Günümüz dünyasının ekonomik ve politik ortamında, daha önce demokrasiyle hiç tanışmamış ülkelerin bir anda demokrasiye geçmeleri aynı nedenle mümkün değildir. Bu tür ülkelerin, bir anda özgürlükçü demokratik sistemi uygulamaya başlamaları, kendi ülkelerinde siyasal ,sosyal, ekonomik ve kültürel problemlere  ve karışıklıklara yol açabilecektir.

Dünya genelinde özgürlükçü demokrasinin geleceği açısından, önemli olan, özgürlükçü demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerin bir anda demokrasiye geçmeleri , özgürlükçü demokratik sistemi uygulamaya başlamaları değil, özgürlükçü demokrasiyi uzun vadeli bir hedef olarak görüp,bu amaca yönelik, uzun vadeli adımlar atmalarıdır.

Demokrasiyle hiç tanışmamış, hiç demokrasi tecrübesi olmayan ülkelerle, demokrasi geçmişi ve tecrübesi olan, ancak demokrasileri kesintiye uğramış, demokrasiden ayrılmış ülkeler arasında bir ayrım yapılması zorunludur. Demokrasi geçmişi ve kültürü olmayan ülkelerin bir anda demokrasiye geçmeleri, büyük problemlere ve karışıklıklara neden olabileceği için, demokratik ülkelerin, bu tür ülkelerle ilişkilerinde, demokrasileri kesintiye uğramış ülkelere göre farklı bir  yaklaşımı olmalıdır.

Dünya barışının kalıcı olarak gerçekleştirilebilmesi için demokratik ülkelerin, bu tür ülkelerle işbirliğine gitmeli, diplomatik, ticari ve kültürel alanlarda dostça ilişkiler geliştirilmelidir. Bu süreçte, demokratik olmayan devletlerin, uzun vadede özgürlükçü demokratik sisteme geçmeleri için dostça telkinlerde bulunulması mümkün olabilecektir. Burada daha önemli olan husus, dünya ülkelerinin birbirlerini potansiyel düşman olarak gören devletler bloklarına ayrılmamasıdır.

Özgürlükçü demokratik sisteme sahip olmayan ülkelerin siyasal sistemleri ve devletleri nasıl rızaya dayalı, olgusal meşruluk temeline dayanmıyorsa, aynı şekilde rızaya dayanmayan dünya paylaşımı da olgusal, somut ve gerçek meşruluk temelinden ve kriterinden yoksundur. Dünya paylaşımı da somut bir meşruluk olgusuna değil, meşruluk inancına dayanmaktadır. Dünya paylaşımını, somut bir meşruluk olgusu yerine, sadece inanca, temelde ağırlıklı olarak güç ve şiddete dayalı olduğu için nasıl kabul etmezlik yapamaz, reddedemezsek, aynı şekilde hiç demokrasi kültürü olmayan ülkelerin sistemlerini ve devletlerini kabul etmemek ve reddetmek mümkün olmayacaktır.

Bu durumda dünya genelinde dünya paylaşımıyla ilgili statükoyu reddetmek yerine,demokratik olan ve olmayan devletlerin, dünya paylaşımının meşruluğunu, somut ve olgusal olarak gerçek bir meşruluk  kriteri olan rıza’ya dolayısıyla uzlaşmaya dayandırmak için işbirliğine gitmeleri,demokratik olsun, olmasın bütün devletlerin yararına olan bir yaklaşım olabilecektir.

Neticede, bütün devletlerin, ülkelerin ve dünya insanlarının, en azından uzun vadede yararına olacak olan bu işbirliği, dünyada kalıcı barışın sağlanması, silahlanmanın önlenerek nükleer ve benzeri kitle imha silahlarının yok edilmesi, iklim değişikliği, çevre kirliliği, salgın hastalıklar v.s. gibi global tehdit ve tehlikelerin önlenmesine ve ortadan kaldırılmasına katkıda bulunabilecektir.

Bu işbirliğinin, B.M. ya da benzeri bir kuruluşun demokratik olsun olmasın, bütün ülkeler için adaletli bir şekilde etkin olarak çalıştırılması, bağlayıcı,  yaptırıma bağlanmış,  gerçek bir devletlerarası hukuk sisteminin hayata geçirilmesi, kararları yaptırıma bağlanmış ortak bir yargı organı teşkili yoluyla sağlanabilecektir.  Aynı zamanda, B.M. ya da benzeri kuruluşun idari yapısının gözden geçirilmesi veya oluşturulması, bu idari yapının çalışmasını sağlayacak kuralları da içerecek, devletlerarası hukukun temel prensiplerini içerecek, B.M. ya da dünya anayasası  mahiyetindeki temel kuruluş belgesinin de hazırlanması, bu sürecin temel unsurlarını oluşturabilecektir.

Bir dünya toplum sözleşmesi mahiyetindeki dünya anayasasının kabulü, bütün dünya insanlarının rızalarıyla olmasa da, dünya ülke devletlerinin, demokratik olmayanlar dahil , rızalarıyla kabul edilmesi, dünya paylaşımının somut ve olgusal gerçek meşruluk temeline dayanması yolunda atılmış önemli bir adım olabilecektir. Sonraki süreçte, demokratik olmayan ülkelerin özgürlükçü demokrasiye geçerek, kendi vatandaşlarını meşru bir şekilde temsil etme hakkı kazanmaları ya da kendi vatandaşlarının, B.M. ya da dünya  anayasası için yapılabilecek dünya referandumunda,  bireysel oy kullanma hakkı tanımalarıyla, dünya paylaşımı, olgusal ve gerçek meşruluk kazanması sürecini tamamlamış olabilecektir.

Böylece, dünya paylaşımının, tam anlamıyla dünya insanlarının özgür ve bilinçli rızalarına dayalı olarak, somut, olgusal ve gerçek meşruluk kazanmasına kadar geçecek olan sürede, dünya barışının sağlanabilmesi, nükleer savaş tehdidi, global salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi global felaketlerin önlenebilmesi mümkün olabilecektir. Bu arada, demokratik ülkeler üzerindeki güvenlik gerekçesinden kaynaklanan, demokratik olmayan ülkelerde yine aynı güvenlik gerekçesiyle, demokrasiye geçişi engelleyen, güvenlik baskısı da önemli ölçüde azalabilecektir.

Özgürlükçü demokrasiden ayrılarak, demokratik olmayan siyasal sistem ve yönetimlere geçmiş ülkeler ve devletlerin durumu ise, olan bir meşruluğun, zor ve şiddet kullanılarak, meşru olmayan, hukuk dışı yollardan, meşru olmayan bir statüye dönüştürülmesi olarak yorumlanabilir.

Hemen her demokratik ülkenin karşılaşabileceği bu gibi  muhtemel durumların önlenebilmesi ve demokratik siyasal sistemini kaybetmiş ülkenin demokrasiye dönebilmesi için, demokratik devletlerin tümünün, bu tür gerçek meşruluk gasplarına karşı, ortak tavır alıp, ortak tepki göstermeleri yarlı olabilecektir. Böylece, bu tür,özgürlükçü demokratik sistemlere yönelik muhtemel saldırılara karşı, özgürlükçü gerçek demokrasiler için bir koruma kalkanı, ya da bir çeşit sigorta sistemi oluşturulmuş olabilecektir.

Ancak, bu tür ortak tavır ve tepkilerin haklı ve geçerli olabilmesi için her benzer durumda, ülke ayrımı yapmadan, aynı tepkinin gösterilmiş ve gösteriliyor olması gerekecektir. Bu arada tepki göstermekte olan demokratik ülkelerin, kendi içlerindeki özgürlükçü gerçek demokrasilerde bulunmaması gereken olumsuzlukları da gidermiş olmaları da gerekecektir.

Bu durumda, demokratik devletlerin, egemenlik haklarının ihlali engeliyle karşılaşılmaması için, özgürlükçü demokratik ülkelerin kendi aralarında, özgürlükçü demokrasilerin, demokratik ilke, değer ve kurumlarının  yaşatılması ve korunması amacına yönelik bir birlik oluşturmaları yararlı olabilecektir. Bu birliğe giren ülkeler ve devletler, özgürlüklerin ve özgürlükçü demokrasilerin tüm gereklerini karşılayacaklarını, diğer ülkelerin demokrasilerine, diğer demokratik ülkelerin vatandaşlarının demokratik anayasalarca güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerine saygı göstereceklerini taahhüt edebileceklerdir.

Aynı zamanda, demokratik olmayan ülkelerle de iyi ilişkiler geliştirip, dünya barışına da katkıyı hedefleyebilecek bu birliğin asıl amacı, özgürlükçü gerçek demokrasilerin ve vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerinin korunmasını ve gelişmelerini, özgürlükçü demokrasilere yönelik tehditlere karşı demokratik ülkelerce ortak tepki gösterilmesini sağlamak olmalıdır.